Birinin Karısı Olmak

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Cilt 1Bölüm 43: Hanım, Sana Bakabilirim

Dükkân ha dedin mi açılacak bir şey değildi. Açılıştan önce dükkânın dışını süslemek, mutfaktaki tüm malzemeleri tamamlamak, ekipman eklemek, çalışan almak ve reklam yapmak gerekiyordu.

Yiyecek içecek işletmesi esas olarak temizlik odaklıydı. Bu sebepten Qin Mian, dükkân dekorasyonuna pek zaman ayırmadı, sadece çatıyı, duvarları ve yeri temizletti. Duvarda göz zevkini bozan birkaç tane delik vardı, o yüzden Lei Tie'den farklı boyutlarda bambu parçalar ve sunta* yapmasını ve bunlarlı, ayırt edici bir özellik sayılabilecek şekilde estetik ve şık desenler hâline sokarak duvarı onarmasını istedi. Masa ve sandalyeler, müşteriler yemek yerken kendilerini rahat hissetsin diye yeni alınmıştı.

Qin Mian bir de büyük bir noodle makinesi almıştı. Varlık ve Onur Marangoz Atölyesi'nin noodle makinesi, Qin Mian'ın tasarımıyla kendine has niteliklere sahipti. Kusursuz bir şekilde parlatılmıştı ve üzerine oyulan desenlerin de yardımıyla peynir ekmek gibi satılmıştı. Noodle makinesi ilk çıktığında diğer marangoz atölyeleri de buradan almak zorunda kalmıştı.

Qin Mian ve Lei Tie ortalık karardıktan sonra hemen uyumadılar ve ısıtılabilir tuğlalı yatağın üzerinde, gaz lambasının ışığıyla bazı konuların üzerine kafa yordular.

"Ne satacağımızı söylemedin." Lei Tie yorgan yığınına yaslandı.

Qin Mian gülümseyerek başını kaldırdığında kendinden çok emin görünüyordu. "Hava soğuk, doğal olarak insanlar sıcak bir şeyler yemek isteyecek. 'Baharatlı çorba' ve 'güveç' satmak istiyorum." Bu dünyadaki insanların ince dilimlenmiş malzemeleri kaynar suda veya kaynar çorbada kısaca bekleterek yemek yapabileceklerini bilmemelerine memnundu.

Lei Tie'ye baharatlı çorba ve güveç yapımını detaylıca anlattı. "Kısacası, kaynar çorbada sebze ve et yemekleri pişirdim. Bu çorba sıradan bir çorba değil, 18 çeşit baharattan oluşan özel bir çorba. Aldığım tarçın, kurutulmuş mandalina kabuğu ve vanilyayı hatırlıyor musun? İşte çorbaya bunlar konuyor."

Lei Tie fırça ve kâğıdını almadan önce bir anlığına ona baktı. "Geç oldu. Yarın konuşuruz."

Qin Mian'ın da uykusu gelmişti. Esneyerek uzandı. "Hadi uyuyalım. Yarın sabah senin için çorbadan yapacağım, sen de nasıl bir şey olduğunu görürsün."

Lei Tie gaz lambasını üfledi ve alışkanlıkla Qin Mian'ı kollarının arasına alarak yattı. "Tamam."

Qin Mian birkaç gün içinde dükkânlarını açabileceklerini düşününce heyecanlandı. Birden uykusu kaçtı ve bir şaka yaptı. "Şimdi, sana bakan benim."

Lei Tie'nin kolları kasıldı. "Yarın dağa çıkacağım."

Qin Mian güldü. "Şaka yapıyorum."

"Baharatlı çorbaya et yemeği lazım." Lei Tie şüpheye yer bırakmamıştı.

Qin Mian düşününce razı oldu. "Peki. Hâlâ hazırlanacak çok şey var. Yarın kurutulmuş mandalina kabuklarını öğütmem ve tarçını toz haline getirmem gerek." Ayrıca baharatlara mahsus bir taş değirmen almıştı.

"Bu sefer daha derine gitmek istiyorum, iki güne dönerim." Lei Tie tekrar konuştu.

"O kadar uzun mu?" Qin Mian belli belirsiz, adamda bir sorun olduğunu sezdi ama ne olduğunu kavrayamadı, o yüzden bunu düşünmeyi bıraktı. "İyi, yarın sabah daha fazla kurutulmuş yiyecek hazırlarım."

Ertesi gün Qin Mian etrafındaki belli belirsiz hareketlenmeyi fark etti. Dün gece Lei Tie'nin dağa çıkacağını söylediğini hatırlayarak aniden uyandı.

Sabah ışıkları dışarıda ışıldıyordu, perdeler çekili olduğundan oda karanlıktı ama yatağın başındaki lamba hâlâ yanmaktaydı.

Lei Tie ısıtılabilir tuğla yatağın köşesine oturmuş ayakkabılarını giyiyordu. Arkasına dönerek fısıldadı. "Uyumaya devam et."

Qin Mian kafasını hayır anlamında sallayarak kıyafetlerini aradı. "Hayır. Dağda hava soğuktur, astarlı mont giy."

Düzgünce giyindikten sonra mutfağa kahvaltı hazırlamaya gitti ve kıymalı, kalın pankek yaptı. Ardından yağlı kâğıda sararak Lei Tie için yaptığı bel çantasına koydu.

Kalan pankeklerle mantar çorbası içtiler.

"Dikkatli ol." Bu, Lei Tie'nin dağa avlanmaya gittiği ilk sefer değildi ama Qin Mian sebepsizce huzursuzdu, o yüzden defalarca uyardı.

"Bir şey olmaz." Lei Tie yüzünü okşadı. "Bir şey olursa ben geri dönene kadar bekle."

Qin Mian'ın kalbi tekledi. Bu konuşma nasıl olmuştu da bir karı koca diyaloğuna dönüşmüştü? Kızaran kulağını çimdikleyerek adamı uzaklaştırmak için elini savurdu. "Biliyorum. Git, git. Erken git de erken dön."

Lei Tie başıyla onayladı ve gitti.

Qin Mian yediklerini sindirmek için bahçede dolaşmadan önce bir süre dikildi ve sonra önceden öğrendiği hareketleri tekrar etti.

Devamında asıl işi olan taş değirmenle kurutulmuş mandalina kabuklarını öğütmek ve tarçın ve Sichuan biberini toz haline getirmek için çalışmaya başladı.

Evde kimse olmadığından bahçe garip bir biçimde sessizdi. Qin Mian boş bahçenin göze battığını düşündü. Bahçeyi dekore etmek için bir şeyler kazmayı planlayarak bir çapa ve sepetle dışarı çıktı.

Hava kapalıydı ve güneşsiz gökyüzünde beyaz bulut yoktu. Yağmur yağacak gibi değildi ama Qin Mian baya asabiydi. Dağın eteğinde uzun bir süre dolandıktan sonra birkaç tane yabani kasımpatı buldu. Sarı beyaz çiçekler minik olsa da ışıl ışıl çiçek açmışlardı. Bahçeye kasımpatı dikerek bir bardak ruhani pınar suyuyla suladı.

Üçüncü günün öğleden sonrasına kadar Lei Tie dönmedi. Qin Mian aniden fenalaştı. Lei Tie iki güne döneceğini söylemişti ama daha görünürde yoktu, başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Böyle düşününce telaşa kapılarak uzaktaki dağa koşmaktan kendini alamadı.

Dağın eteğine vardığında kendini buruk bir şekilde gülümsemekten alıkoyamadı. Kafayı üşütmüştü, doğrusu Lei Tie'yi bulmak istiyordu. Burası dağlık bir yerdi ve Lei Tie'nin ne tarafa gittiğini bilmiyordu, onu bulmak düşündüğünden zor olabilir miydi?

"Gümbür-" Bir yıldırım sesi duyuldu. Yağmurlu günlerde dağdaki koşullar daha da güçleşirdi. Siniri saniyesinde patlak verdi ve bağırarak ormana koştu. "LEİ TİE – SENİ PUŞT-"

Sesi karanlığa boğulan aydınlık gibiydi, ardında tek bir iz bile bırakmadı.

Soğuk bir ifadeyle geri yürümeye başladı ve gözüne, çok da uzak bir mesafede olmayan, yakacak odun yüklenmiş, ona kötü kötü bakmakta olan Lei Daqiang ilişti.

"En büyük çocuğun karısı, ne bağırıyorsun?"

Qin Mian kaşlarını çatarak içini rahatlattı. "Baba, Kardeş Tie ava çıktı ve iki güne geri döneceğini söyledi ama ondan hâlâ haber yok. Sence orada-"

Sözünü bitirmeden Lei Daqiang araya girdi. "Dağa avlanmaya gittiği ilk sefer değil ya, sınırlarını bilir o. Ama sen, en büyük çocuğun karısı olduğundan Lei Tie'nin en çok senin için önemli olduğunu bilmelisin. Az önce neden bağırıyordun?" Lei Daqiang pek hoşnut bakmayan gözlerini sert bir şekilde, tıpkı küçük bir kavak ağacı gibi inatla dikilmekte olan delikanlıya dikti.

Qin Mian'ın ifadesi değişti. Burnundan soluyordu. "Seni ilgilendirmez!" Lei Daqiang'a bakmadan hızlıca uzaklaştı.

"Sen… Sen…" Lei Daqiang inanamayan bakışlarla arkasına baktı, sinirden titreyerek bağırdı. "DUR HEMEN!"

Qin Mian duymamış gibi yaparak hızlıca uzaklaştı. Bir evlada yakışır şekilde davranmış olsa da olmasa da sonuçta kimse onu görmemişti ve Lei Daqiang da hiçbir şey yapamamıştı.

Akşam yemeği yiyecek havada değildi, sadece iki tane içli buğulanmış çörek yedi. Saat onu geçmişti ve hâlâ Lei Tie'den bir haber alamamıştı, yapabildiği tek şey ışığı söndürüp yatmaya gitmek oldu.

Gece yarısında bahçeden gelen donuk bir ses Qin Mian'ı uyandırdı. Hırsız mı?

Gaz lambasını yakmaya cesaret edemeyerek el yordamıyla kapıyı buldu. O zaman ana kapının sürgüsünün kaydığını duydu ve yüreği ağzına gelerek bağırdı. "KİM O?!"

"Hanım, benim."

Qin Mian hem mutlu olmuş hem de sinirlenmişti ancak sonra pijamalarının terden sırılsıklam olduğunu fark etti. Sesi sitem doluydu ama nazikti de. "Nasıl olur da şimdi dönersin?"

Karanlıkta eliyle yoklayarak gezindi ve sehpanın üzerindeki ateş kıvrımıyla** gaz lambasını yakmadan önce kapıyı açtı. Ardından arkasına baktı. Lei Tie önünde durmuyor muydu?

"İlçeye gittim."

Yağmur daha durmamıştı. Lei Tie rahatlıkla ok ve yayını masaya bırakırken etrafa su saçtı, koynundan bir kâğıt parçası çıkardı ve dudak bükerek "Sana bakabilirim," dedi.

Qin Mian afallamıştı ve kafası karışarak kâğıda baktı.

Geleneksel Çince karakterlerle yazılmış olsa da üç kelimeden oluşan 'beş yüz Tael'i tanımıştı.

"Nereden geldi bu?"

Lei Tie önemsemeyerek "Bir siyah ayı avladım ve dört pençesini 500 Tael'e sattım. Yemek var mı?" dedi.

Qin Mian adamın 'sana bakabilirim' sözünü ilişkilendirdiğinde şok oldu ve adamın giysisinin bel kısmının yırtılmış olmakla birlikte kan koktuğunu fark etti. Kalbi sıkıştı ve gümüş banknotu adama fırlatıp alayla gülerken ifadesi de çöktü. "Sadece şaka yapıyordum ve sen resmen parayı yüzüme çarptın. Lei Tie, cidden hünerlisin!"

Arkasına döndü ve gitti. Aceleyle kalkmıştı ve üzerinde sadece pijamaları vardı, bedeni buz kesmişti ama kalbiyle kıyaslanamazdı bile.

Lei Tie donup kalmıştı. Qin Mian'ın kafasını bile çevirmeden sinirle yatak odasına fırladığını görünce endişelendi ve kolunu yakaladı. "Değilim."

"Bırak," dedi Qin Mian soğukça.

Lei Tie'nin göz bebekleri koyulaştı ve ağzı açıldı. Büyük avuçlarını Qin Mian'ın sırtına koyarak, sıkıca göğsüne bastırdı.

"Bırak beni!" Qin Mian kurtulamadı, öfkeden köpürüyordu.

Burnuna gelen kanlı koku, daha da öfkelenmesine yol açtı.

"Hayır." Yarasına dokunulan Lei Tie homurdandı ama kollarını gevşetmedi, mırıltılı bir sesle "Seni küçük düşürmek istemedim. Hanım, sana bakabilirim," dedi.

Göğüs boşluğunda asit benzeri bir şey hisseden Qin Mian, karşı koymayı bıraktı ve aynı zamanda bir aydınlanma yaşadı. Kendisi de bir erkekti, nasıl olurdu da bir erkeğin özsaygısının ne kadar kuvvetli olduğunu unutabilirdi? İlk önce kendisi söylemiş olsa da gerçekten sadece bir şakaydı ama önceden Lei Tie'den daha fazla para kazandığı da bir gerçekti. Lei Tie nasıl olur da bunu umursamazdı? Lei Tie'nin şaka yaptığını anlamamış olmasına ve canını hiçe saymasına kızmıştı.

Başını kaldırdı, adam hâlâ ifadesizdi ama derin gözlerinde saklı, belli belirsiz bir hayret vardı ve sırtına dolanmış kolları sıcacıktı.

Sesini yumuşattığında biraz mağlup olmuştu. "Bırak da yarana bakayım."

Lei Tie bileğini tuttu, gaz lambasını almak için masaya geri gitti ve Qin Mian'ı bırakmadan önce yatak odasına çekti. "Giyin."

Qin Mian pamuklu montunu giydi ve mutsuz bir şekilde ona baktı. "Otur."

Lei Tie itaat ederek ısıtılabilir tuğlalı yatağa oturdu. "Sadece ufak bir yara."

Qin Mian umursamadı, ıslak kıyafetlerini sıyırdı ve kan içindeki beş adet yarayı görünce kalbinde bir ürperme hissetti. Sinirli bir şekilde "İlçeye gitmedin mi sen? Neden geri dönmeden hekime görünüp yaranı sardırmadın?" diye sordu.

"Ciddi görünüyor ama yaram ciddi değil. Endişelenmenden korkarak ayı pençelerini satar satmaz geri döndüm. Ciddi yaralanmadım," dedi Lei Tie.

Qin Mian gidip su, gazlı bez ve şifalı merhem getirmeden önce ona haşin bir bakış attı. Dikkatlice yarasını temizledi, pudra serpti ve yarayı sardı.

"İlçeye ne zaman gittin? Nasıl geri döndün?"

"Akşama doğru,*** dağdan indikten sonra kasabaya giden biriyle karşılaştım ve otostop çektim. Kasabada pençeleri kimse almadı, o yüzden ilçeye gitmek için bir araba kiraladım. Geri dönerken çoktan gece olduğundan araba kiralayamadım, o yüzden yürüyerek döndüm."

Bir ihtimal Qin Mian'ın kızgınlığının geçmediğini bildiğinden, nadiren bu kadar çok konuşan Lei Tie detaylı bir cevap vermişti. Bu Qin Mian'ın kalbini yumuşattı ve öfkesi dağıldı.

Ayağa kalktı. "Demlikte sıcak su var. Banyo yapıp kuru kıyafetler giymelisin. Yarana dokunmamaya özen göster. Sana yiyecek bir şeyler hazırlayacağım."

Lei Tie cevap verdi ve gaz lambasıyla peşinden gitti.

Gümüş banknot sessizce yerde yatıyordu. Lei Tie yerden alarak Qin Mian'a verdi.

Qin Mian banknotu cebine koydu ve mutfağa girdi.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR