Cennetin Oğluyla Romantizm

Çevirmen: Galen
Editör: YcD44
Cilt 1Bölüm 16: Strateji 4: Gönlünden Gelen Bir Hediye Seç (4)

Jing He gözlerini kapadı ve titreyen kollarıyla dolaba tutunmaya devam etti. Ah… Şu ana kadar bile kimse gelmemişti. Longjun kendi başına gitmemiş olsaydı… Şimdiye kadar neler olabileceğini kim bilebilirdi?

Bu şekilde devam edemezdi. Ejderha kralın geri gelmesini ve onu tehdit ettiği şeyi yapmasını bekleyemezdi. Yardım almak zorundaydı.

Jing He gözlerini araladı ve kalbin bulunduğu sandığa baktı. Ne tür bir yaratıktan geldiğinden emin değildi ama bir tanrınınkinden daha büyüktü. Büyük ihtimalle bir tür canavardı ve Longjun onu tek başına alt etmişti. Bu durumda, yardım edebilecek tek bir kişi vardı.

Jing He kendini dolabın kenarına çekti ve kıyafetlerinin üstündeki tozu silkelediı. Kesinlikle kimsenin onu bu halde görmesine izin veremezdi. Longjun da az önce gitmişti. Şimdiden geri dönmesi garip olurdu. En azından yarına kadar güvendeydi.

Jing He yatağının yanındaki masaya gitti ve oturdu. Derin bir nefes daha alıp tarağını eline aldı ve yere düştüğünde dağılmış olan saç tellerini yavaşça taradı.

Ancak aynaya yansıyan görüntüsü her zamanki haline benzediğinde ayağa kalktı ve odasının ön kısmına geri döndü. Masaya oturdu ve hafifçe kapıya doğru seslendi. "Huang Lan."

Kapının önündeki muhafızlardan biri yana döndü ve Jing He onu sarayın içinden göremese de selam verdi. "Buradayım, Majesteleri."

Jing He rahat bir iç çekti. Etrafında fazla insan olmasından hoşlanmıyordu, bu yüzden amcası uzun zamandır aynı muhafızları ona gönderiyordu. Onlara bir şey olmadığını duymak kalbini rahatlattı. "Lütfen git ve Savaş Tanrısı'nı sarayıma çağır."

Huang Lan duraksadı ama sonunda emri kabul etti. "Emredersiniz, Majesteleri." Adımları her zamanki gibi sert bir şekilde geri çekildi ve Jing He'yi daha da sakinleştirdi.

Evet, çok fazla endişelenmesine gerek yoktu. Longjun muhafızlarına saldırmamıştı, yani henüz tüm nezaketini yitirmemişti. Durumu kurtarmanın bir yolu olabilirdi. Önce amcasına danışacak ve onun konu hakkında ne düşündüğüne bağlı olarak atacakları adımlara karar vereceklerdi.

Aynı zamanda Huang Lan da Savaş Tanrısı'nın sarayına koştu. Veliaht prensi korumakla görevlendirilen muhafızlardan biri olarak, diğerlerinin onu anons etmesine gerek yoktu. Engel tanımadan Savaş Tanrısı'nın çalışma odasına koştu ve eğildi. "Selamlar! Ekselansları sarayında bulunmanızı rica ediyor."

"Hm, gelebilir -" Qiang Yan durdu ve kuşkuyla yukarı baktı. "Bekle, ne? Yeğenim oraya gelmemi mi istedi?"

Huang Lan başıyla onayladı.

Qiang Yan masasının üzerindeki kâğıt tomarlarına baktı ve sonra ayağa fırladı. Dışarı çıkarken kılıcını kaptı ve Jing He'nin sarayına kadar koştu. Onunla dalga geçmeyin! Bu yeğeninin normal davranışı değildi.

O asla insanları davet etmezdi. İnsanların meşgul olup olmadığını sormak için her zaman bir hizmetkâr gönderir ve ancak meşgul olmadıkları mesajını aldığında gidip onları ziyaret ederdi. Ama her zaman kendisi giderdi. Elbette, insanlar genellikle bir mesaj gönderme zahmetine girmez ve sanki onları çağırmış gibi hemen sarayına giderlerdi. Ama bunun nedeni o istediği için değil, kendileri koltuklarında rahatça otururken Cennetin Oğlu'nun saraylarına kadar gelmesinden utandıkları içindi.

"Jing He!" Qiang Yan formalitelerle uğraşmadı ve aceleyle saraya girdi. Yeğeninin solgun bir yüzle oturduğunu görünce aceleyle yanına gitti, kılıcını masaya vurdu ve Jing He'nin yanına diz çökerek her tarafına baktı.

Herhangi bir yara bulamadı. Yeğeni sanki bir hayalet görmüş gibi inanılmaz derecede solgundu.

"Ne oldu?"

"Amca." Jing He gülümsedi ve masanın diğer tarafındaki sandalyeyi işaret etti. "Neden önce oturmuyorsun?"

Qiang Yan reddetmek istedi ama yeğenini tanıdığı için başka türlü ondan bir şey öğrenemeyeceğini biliyordu. Dudaklarını sıktı, ayağa kalktı ve oturdu. "Peki ne oldu?"

Jing He, Qiu Ling'in bir gün önce getirdiği otun bu sabah hâlâ durduğu pencere pervazına baktı. "Longjun geldi." Ah, dün hâlâ bunun bir şekilde işe yarayabileceğine inanıyordu.

Qiang Yan gerildi ve eli sanki kendiliğinden kılıcına uzandı. "Ne yaptı?" Eğer o adam yeğenine uygunsuz bir şey yapmaya cüret ettiyse, sonuçları ne olursa olsun gidip onu öldürecekti! Ve bunun için tüm orduyu getirmesi gerekse bile bunu yapacaktı.

Jing He hiçbir şey söylemedi. Bunu nasıl açıklayacağını gerçekten bilmiyordu. Ayağa kalktı ve dolaba doğru yürüyüp sandığı aldı. Elleri titriyordu ama sandığı masaya getirip Qiang Yan'ın önüne koymak için kendini zorladı. Yine de oturmaya cesaret edemedi. Bunun yerine amcasının yanında durmaya devam etti. "O… bunu bana hediye etti."

Qiang Yan öncekinden daha da solgun görünen yeğenine baktı ve sandığı yaklaştırdı. Jing He'yi bu kadar tedirgin eden şey neydi acaba? Zihni normalde çok sağlamdı. Onu bu kadar telaşlı görmek gerçekten tuhaftı.

Kapağı kaldırdı ama hemen kapattı. Aman Tanrım! Bu… bir canavarın kalbi miydi? Longjun neden Jing He'ye böyle bir şey hediye etsin ki? Yeğeninin böyle görünmesine şaşmamalıydı! Daha yeni reşit olmuştu ve hep korunmuştu. Hayatı boyunca neredeyse hiç kan görmemişti! Longjun böyle birine nasıl kalp hediye edebilirdi?

Qiang Yan ayağa kalktı ve Jing He'nin koluna nazikçe dokundu. "Keyifsiz görünüyorsun. Belki bir süre uzansan daha iyi olur."

Jing He tereddüt etti ama sonunda başını yukarı aşağı salladı. Gerçekten de kendini pek iyi hissetmiyordu. Yere yığılıp ailesini daha fazla endişelendirmeden önce gerekli önlemleri almalıydı.

Qiang Yan onu yatağına götürdü ve yatmasına yardım etti. Ah, onu böyle görmek gerçekten de kahrediciydi. Longjun bunu yaparken aklında ne vardı acaba?

"Amca…"

"Hm?"

"Annemle babama bundan bahsetmezsin, değil mi?"

Qiang Yan kaşlarını kaldırdı. "Ne demek bahsetmezsin? Elbette söyleyeceğim! Şu haline bak, zaten kendini bu kadar kötü hissediyorsun ama yine de … Ah, çocuğum, annen bilseydi …"

"Lütfen. Gereksiz yere endişelenmelerini istemiyorum."

Jing He uzandı ve Qiang Yan'ın koluna dokundu. Bu hareketin arkasında hiçbir güç yoktu, sadece derin bir çaresizlik vardı. Qiang Yan içini çekti ve sonunda başını yukarı aşağı salladı.

"Pekâlâ, pekâlâ. Bana öyle bakma. Ama seni gerçekten anlamıyorum. Neyden endişeleniyorsun?"

Jing He elini geri çekti ve tavana baktı. "Endişelenirler. Bunu istemiyorum. Belki de bu meseleyle başa çıkmanın hâlâ bir yolu vardır. Bana bir şey olacağı kesin değil, değil mi?"

Qiang Yan kaşlarını çattı. "Ne demek istiyorsun? Sana bir şey mi olacak?"

Jing He onun kolunu sıktı. "Şey, benimkini almak için geri geleceğini söyledi…"

"Seninkini…" Qiang Yan kaşlarını çattı. Ejderha Kralı'ı yenme konusunda kendine pek güvenmiyordu. Ama yine de şimdi bunu gerçekten yapmak istiyordu! O adam zavallı yeğenini ne kadar da korkutmuştu böyle?

Kendini birkaç derin nefes almaya zorladı ve Jing He'nin elini okşadı. "Merak etme. Şimdilik ailene söylemeyeceğim ve bu konuda bir şeyler yapacağım. Sadece… bir süre uzanmaya ve dinlenmeye devam et. Gösterecek bir ilerleme kaydettiğimde geri geleceğim."

"Teşekkür ederim, amca." Jing He gülümsemek için kendini zorladı.

Qiang Yan başını yukarı aşağı salladı, elini bir kez daha okşadı ve ayağa kalktı. Arkasını dönüp gitmeden önce yeğenine uzun uzun baktı. Doğal olarak kalbin bulunduğu sandığı da yanında götürdü. O şeyi Jing He'nin yanında bırakamazdı.

Sarayın önündeki iki muhafıza döndü. "Longjun ne zaman uğradı?"

Huang Lan ve Mu Kun bakıştılar. "Longjun mu? Hiç uğramadı."

"Gelmedi…" Qiang Yan yüz ifadesi düzelmeden önce kaşlarını çattı. "Benim hatam. Muhtemelen o zaman henüz burada değildi. Dikkatli olun. Muhtemelen yakında gelecektir."

"Anlaşıldı!" İki muhafız eğilirken Qiang Yan çoktan arkasını dönmüştü.

Ah, demek ejderha kral gerçekten de yeğeninin sarayına gizlice girip ona o korkunç hediyeyi vermişti. Ejderha ırkından insanların bu kez meseleyi nasıl açıklayacaklarını duymayı gerçekten çok isterdi.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR