Cennetin Oğluyla Romantizm

Çevirmen: Galen
Editör: YcD44
Cilt 1Bölüm 42: Strateji 9: Duygularınla Dürüstçe Yüzleş (2)

Qiu Ling akşam saatlerinde büsbütün yenilenmiş hissederek Dokuz Cennet'ten ayrıldı. Ah, sevgilisi başka birine aşık değildi! Bilakis, gerçekten ona âşık olabilirdi. Bu büyük bir ilerlemeydi! Şimdi gidip sonraki adımlarını düşünmeliydi. O zaman yakında evlenebilirlerdi. Bu düşünceyle oradan ayrıldı.

Jing He ise hâlâ karmaşık bir ruh hali içindeydi. Birbirlerini tanıdıklarından beri başına bir sürü bela açan ama aynı zamanda bayramda çok güzel bir gün geçirmesine neden olan bu adamın gidişini izledi. Sonunda sarayına geri döndü ve her zamanki gibi akşamına devam etti.

Sonunda uyumaya gittiğinde, hâlâ biraz huzursuz hissediyordu. Tüm bu olanlardan ne çıkaracağını bilmiyordu. Bu konuda bir karar vermek için yapabileceği hiçbir şey yok muydu? İşlerin ters gitmeyeceğinden emin olmak için yapabileceği hiçbir şey yok muydu? Babasını hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu. Annesini de hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu. Irklar arasında işleri zorlaştırmak istemiyordu. Dürüst olmak gerekirse, bu kişinin beğenisini de kaybetmek istemiyordu.

Uzun zamandır, kendisini gerçekten sonsuza dek sevecek biriyle bir ilişki kurmanın imkânsız olduğunu düşünmüştü. Ama şimdi, böyle bir adam vardı. Gerçek bir tanrı olmaması dışında, tam da Jing He'nin bir gün evlenmeyi hayal ettiği adamdı. Güçlüydü ve onu çoğu zaman anlamasa da Longjun'un da çok olgun ve güvenilir bir insan olması gerektiğini düşünüyordu. Böyle bir kocaya sahip olmak tam da istediği şeydi.

Belki de gözünü çok yükseklere dikmişti. Bu mükemmel koca imajı, Yüksek Cennetlerin ve tüm diyarların hükümdarı Tian hakkında anlatılanların aynısıydı. Ama böyle birinin kendisini sevmesini nasıl bekleyebilirdi ki? Tian muhtemelen pek çok insanın hayalini kurduğu kişiydi. Bir insan ya onun gibi olmak ister ya da onun gibi bir adamla evlenmek isterdi. Ancak Tian gibi kimse yoktu ve onun eşi olmaya uygun tek bir kişi vardı.

Dokuz Cennet'in en güzel insanı. Dokuz Cennet'teki en iyi kalpli, en adil, en mütevazı, en mükemmel insan. Annesinin statüsü düşük olmasına rağmen, o tüm bunlara uyuyordu. Kişiliği ve görünüşü kusursuzdu. Doğal olarak Xing, Tian'ın diğer yarısı olmayı hak etmişti.

Ama o?

Jing He içini çekti ve diğer tarafa döndü. O, Xing gibi değildi. Babası Cennet İmparatoru'ydu. Annesi ise resmi Cennet İmparatoriçesi'ydi. Hatta birbirlerini seviyorlardı ve hayatlarında başka hiç kimseyle birlikte olmamışlardı. Babası daha önce başka biriyle nişanlanmıştı ama o sadece annesini sevmişti. Dayısı da Savaş Tanrısı'ydı. Bir önceki Savaş Tanrısı'nın öğrencisiydi ve bu pozisyona kendi gücü sayesinde gelmişti. Annesi de Cennet İmparatoriçesi olmaya layık olduğunu kanıtlamıştı.

Yani kökenleri açısından Xing'den bile daha iyiydi. Ne yazık ki, diğer konularda eksikti.

Jing He doğruldu ve bir kez daha iç çekti. Kişiliği… Her zaman iyi bir insan olmaya çalışmıştı. Herkesi eşit derecede sevmek, onları kollamak ve sorunlarını dinlemek, ruhlarının yatıştığını, kalplerinin sakinleştiğini ve dünyanın daha iyi bir yer olduğunu hissedene kadar onlara ağlamaları için omzunu vermek istiyordu.

Tıpkı Xing gibi olmak, herkese eşit gözle bakmak, kimseyi kınamamak istiyordu. Onun gibi olmak istiyordu - ne yapmış olurlarsa olsunlar herkesi affedebilmek. En iğrenç suçları bile görmezden gelebilmek ve bu insanları suçlarından arındırabilmek istiyordu.

Bunu gerçekten istiyordu. Ama ne yazık ki yapamıyordu. Derinlerde bir yerde korkuyordu. Longjun o ilk gün ona yaklaştığında korkmuştu, yalnız kaldıklarında onu aramaya geldiğinde korkmuştu, ona o kalbi getirdiğinde ve kendisininkini istediğini söylediğinde korkmuştu, Longjun'un ona tepeden baktığını düşündüğünde de korkmuştu.

Bu korku, içine derin bir şekilde işlemişti. Artık geri dönmesi mümkün değildi. Bundan kurtulamazdı. Sadece orada değilmiş gibi davranabilirdi.

Onun gibi biri, Xing ile nasıl kıyaslanabilirdi ki?

Jing He ayağa kalktı ve yavaşça karanlık odaya doğru ilerleyerek tuvalet masasının önüne oturdu. Elini kaldırdı ve küçük bir alev belirerek etrafı aydınlattı.

Diğer eliyle aynayı aldı ve yüzüne baktı. "Eğer Longjun bana ilk görüşte âşık olabildiyse, en azından ben de onun kadar güzel olmalıyım, değil mi?" Aynayı masaya bıraktı ve yanağına dokundu.

Ne yazık ki Xing uzun zaman önce yaşamıştı. Onu hiç görmemişti ve o zamandan onu tasvir eden hiçbir resim kalmamıştı. Nasıl göründüğü zaman içinde çoktan kaybolmuştu. Geriye sadece Dokuz Cennet tarihindeki en güzel insan olduğu söylentisi kalmıştı. Pek çok kişinin ona ilk görüşte âşık olmasına ve diğerlerinin kıskançlıktan çıldırmasına neden olacak kadar güzeldi ve sonunda bu, yıkımına yol açmıştı.

Jing He içini çekti ve tekrar kalkarak ateşi söndürdü ve yatağına geri döndü. Bir adamı, onun için evrenin dengesini değiştirmeyi umursamayacak kadar derinden aşık edebilecek türden bir insan… Üç ırkı lanetlemek, o güne kadar kendileri hakkında bildikleri her şeyi değiştirmek. Bu aşk ne kadar derindi? Ah, Longjun onu bunun yarısı kadar bile sevseydi, o zaman gerçekten tereddüt etmek için bir neden olur muydu?

Ama Longjun'un onu yeterince sevip sevmediğini ona kim söyleyebilirdi?

Bilmiyordu ama merak etmekten de kendini alamıyordu. Sonunda huzursuz bir uykuya dalmadan önceki son düşüncesi buydu.

Jing He, penceresinden güneş parlarken ve bahçesinde birkaç kuş cıvıldarken uyandı. Doğrulup parmaklarıyla saçlarını taradı ve sonunda kalkıp o gün giyeceği cübbeyi seçti ve saçını yaptı.

Böyle bir geceden sonra kendini halsiz hissediyordu. Uykusu sıkıntılıydı, rüyaları geçen yıldan sahneler ve çocukluğunda duyduğu bu eski hikayelerle doluydu.

Tian… Bir kez daha bu efsanevi hükümdarı düşünmeden edemedi. Xing onu beklemeseydi ve böylece onu hemen kabul etmeseydi, o da durmaksızın onun peşinden gider miydi?

Bunu söylemek zordu. Bir yandan, Tian, Xing'i birbirlerinin karşısına çıkmadan önce bile derinden sevmişti. Tian'ın Dokuz Cennet'e inip sıradan bir doğuştan tanrı kimliğine bürünmesinin sebebi de buydu zaten. Öte yandan, bu tür bir adam son derece gururlu olmalıydı. Yani ilgi göstermeyen birinin peşinden gitmek için kendini gerçekten alçaltır mıydı? Ve bir yıl sonra bile bunu yapmaya devam eder miydi?

Jing He tuvalet masasından kalktı ve bahçeye açılan kapıya doğru yürüdü. Çiçeklere bakarken ince kaşları çatıldı. Tian'ın bunu yapıp yapmayacağı… Bunu düşünmek için herhangi bir neden var mıydı? Tian onların en yüce hükümdarıydı, babasından bile üstündü. Sadece tanrılar değil, herkes ona hesap vermek zorundaydı. Longjun'u gerçekten böyle biriyle karşılaştırabilir miydi? İyi bir adam olmasına rağmen, yine de kıyaslanamayacak kadar eksik olmalıydı, değil mi?

Longjun'un bayram günü nasıl göründüğünü düşünmeden edemedi ve düşünceleri aniden dondu. Ah, onları karşılaştırmak dine küfür olsa da yine de hayatında gördüğü tüm erkekler arasında, Longjun'un kafasındaki Tian'ın nasıl biri olduğuna dair imaja en yakın kişi olduğunu düşünüyordu.

Ve o Xing kadar iyi olamayacağına göre, evleneceği kişinin de Tian'dan biraz daha az iyi olması gerekmez miydi? Ne de olsa, yüce hükümdarı kendisine aşık edecek cazibeye sahip olduğunu varsaymaya asla cesaret edemezdi. Bu tamamen imkânsızdı. O -

"Jing He?"

Jing He arkasına baktı ve dudakları bir gülümsemeyle kıvrıldı, bakışları neredeyse içgüdüsel bir tepkiyle alçaldı. "Anne, beni görmeye gelmişsin. Onca yolu yürümek zorunda kaldığın için utanıyorum. Birini göndermeliydin, o zaman ben seninyanına gelirdim."

Bai Fen iç çekti. Bu çocuk. Longjun'un etkisi altında tam bir yıl geçirdikten sonra bile hâlâ böyle davranıyordu. Planının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini gerçekten merak ediyordu. Yine de önce bu adamın ne kadar ilerlediğini görmesi gerekiyordu.

Gülümsedi ve kapının yanından geçerek Jing He'nin kolunu kavradı. "Boş ver onu. Yaşlı kemiklerim bunu kaldırabilir. Bunun yerine… neden bu yaşlı kulaklara son iki gündür neler olup bittiğini fısıldamıyorsun? Bayramda Longjun'la vakit geçirdikten sonra ertesi gün gelip muhafızlarımızı dövmesi… İnsanın aklını başından alıyor."

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR