Cennetin Oğluyla Romantizm

Çevirmen: Galen
Editör: YcD44
Cilt 1Bölüm 45: Strateji 9: Duygularınla Dürüstçe Yüzleş (5)

Qiu Ling çayırda durmuş, boş gözlerle önündeki noktaya bakıyordu. Bir zamanlar bir kulübe olan şeyin hüzünlü kalıntısını gördüğünü düşündü. Ahşap o kadar çürümüştü ki eski şeklini tahmin etmek bile zordu ama biraz hayal gücüyle yere dağılmış tahtaları seçebiliyordu, bazıları büyük bir yığın oluştururken diğerleri yana savrulmuştu. Yıllar içinde kalan tahtalarda oluşan çatlakları ve aralarından çıkan ot parçalarını gördüğünü düşündü. Hatta yığının altındaki bazı karanlık yerlerde saklanan mantarları bile görebiliyordu.

Ejderha kral bu boş noktaya öyle bir baktı ki, eğer görebilseydi muhtemelen Jing He'nin kafası daha da karışırdı. Sanki bu ot yığını onun gözünde son derece rahatsız ediciydi ve küle dönüşmeyi hak ediyordu.

Qiu Ling iç çekerek gözlerini kapatmadan önce bir süre daha baktı. Burada ne işi vardı ki? Sanki bu bir şeyi değiştirecekmiş gibi. 'Oğlumun gözüne girmek için onun önünde rol yapmadığın sürece çok mutluyum.' Dudak büktü. Rol yapmadığı sürece mi? Buna ne demesi gerektiğini gerçekten merak ediyordu. Bu durumda, oğluna zaten haksızlık etmiş olmuyor muydu? Ne de olsa bunca zamandır bundan başka bir şey yapmamıştı. Hayatının büyük bölümünde ister Jing He ister tanrılar, hatta krallığındaki ejderhalar olsun, onların önünde rol yapmaktan başka bir şey yapmamıştı.

Ejderha krallığının kralının budala, gamsız ve harekete geçmeden önce enine boyuna düşünmeyen biri olabileceğine kim inanırdı ki? Bir şey olduğunda aklına gelen en beklenmedik ve çılgınca şeyi yapan biri? En yakın danışmanlarının bile isimlerini hatırlayamayan ve tanrıların onlardan çok farklı olduğunu anlayamayan biri?

Gerçekten buna inanacak biri var mıydı? Bunu beklemezdi ama belki de yıllar boyunca bu rolü biraz fazla iyi oynamıştı. Dokuz Cennet'teki muhafızlar buna inanmıştı, kendi danışmanları inanmıştı, şimdi müstakbel kayınvalidesi bile inanmıştı. Aslında kendisi bile böyle bir insan olduğuna inanmaya başlamıştı. Böyle biri olabilseydi ne kadar harika olurdu? Başka hiçbir şeyi düşünmek zorunda kalmasa? O sıkıntılı tahtı bir kenara bırakıp herkes gibi normal bir insan olabilseydi? Bu harika olmaz mıydı? Ama eğer öyleyse, sevdiği kişiyi kendisine aşık etmenin bir yolu yoktu, değil mi? Yani bu, geçmişiyle yüzleşme ve bugününü kabullenme zamanının geldiği anlamına mı geliyordu?

Gözlerini araladı ve bir kez daha yerdeki odun yığınına baktı. Geçmişi… Kökeni… Bunu yapsa bile, bu daha fazla sorun yaratmaz mıydı? Eğer biri fark ederse, Jing He'yle evlenmeyi geç, sonrasında hâlâ yaşayacak bir yeri varsa kendini şanslı sayabilirdi. Ejderha krallığının tahtı en uzun süre onun olurdu ve muhtemelen hem ejderhalar hem de onların müttefiki olan tanrılar tarafından hain olarak damgalanırdı. Ve birbirleriyle yaptıkları tüm savaşlar yüzünden iblisler ondan zaten tutkuyla nefret ettiğine göre… Saklanmak için nereye gidecekti? Ölümlü krallığa mı? Hah! Sanki gidebilecekmiş gibi. Kaçmasının hiçbir yolu yoktu.

Sevecek bir insan bulma, bir aile kurma ve nihayet hiç sahip olamadığı şeyleri deneyimleme hayalleri ne olursa olsun, hepsi paramparça olacaktı. Belki de bu, hayatı için uygun bir son olurdu. Gerçekten de Jing He'yi hak ettiğini düşünmüyordu. Evet, ona âşık olmuştu ve bu kişiyle evlenip bir ömür boyu onunla kalabildiği sürece, geçmişinde ne olduğu umurunda değildi. Yine de Jing He'nin daha iyi birini hak ettiğini düşünüyordu. Onun gibi birinin yanında yalnızca en iyi kişi olmalıydı.

Qiu Ling içini çekti ve mekânsal yüzüğünü açarak bir kılıç çıkardı. İyi korunmuştu ama hem bıçak kısmında hem de kabzasında hafif aşınma ve yıpranma vardı. Qiu Ling kılıca ciddiyetle baktı. "Bana gerçekten büyük bir karmaşa bıraktın. Bir ebeveyn böyle mi davranmalı? Çocuklarının yanında olman ve zor zamanlarında onlara yardım etmen gerekmez mi? Nasıl oluyor da bana o zor zamanları yaşatan sen oluyorsun? Neden artık bana tavsiye vermek için bile burada değilsin? Şu anda buna gerçekten ihtiyacım olabilirdi, biliyor musun?"

Qiu Ling başını iki yana salladı ve kılıcını indirerek bir zamanlar o ahşap kulübenin durduğu yere baktı. Diğer elini kaldırdı ve parmak uçlarında küçük bir alev belirdi. Qiu Ling tereddüt etti ama sonunda elini hareket ettirerek alevi fırlattı. Yerdeki otlar tutuştu, ateş yayıldı ve sonunda alevler her şeyi yutarak çayırı yerle bir etti.

Qiu Ling ateşin önünde durdu, hâlâ kılıcı tutuyor ve boş bakışlarla alevlere bakıyordu. Yok etmişti. Her şeyi yok etmişti. Geriye hiçbir şey kalmazsa, insanların bulabileceği hiçbir şey de olmazdı. Bakmaya gelseler bile görecekleri hiçbir şey olmayacaktı. Belki de giderler ve onu da yalnız bırakırlardı. Belki de her şeyi, geçmişinin her bir zerresini yok etseydi, konusunu hiç açmasaydı ve başka kimsenin de açmamasını sağlasaydı, o zaman belki de başına bela olmazdı.

Belki de hayatında bir geçmiş olmasaydı sonunda bir geleceği olurdu.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR