Cennetin Oğluyla Romantizm

Çevirmen: Galen
Editör: YcD44
Cilt 2Bölüm 68: Strateji 15: Sevdiğin Kişinin Olayları Farklı Bir Açıdan Görmesini Sağla (2)

Jing He bir an için paniğe kapıldı ve durumla nasıl başa çıkacağını bilemedi. Dışarı çıkamazdı ve içeride de kalamazdı. Ne yapmalıydı?

Hayatında ilk kez, aklının yetmediği bir durumdaydı. Tavsiye almak için başvurabileceği birinin olmasını çok isterdi ama öyle biri olsa bile gecenin bu saatinde hiçbir işe yaramazdı. Ejderha kral tam dışarıda dururken bir iletim taşı çıkarıp, bunu sormak için onlarla iletişime geçemezdi, değil mi? O zaman Longjun her şeyi duyardı.

Sonunda Jing He içini çekti ve düzgün bir şeyler giymeye gitti. Durum ideal olmasa da bir misafiri dışarıda bekletmek kabalıktan da öte bir şey olurdu. En azından ejderha kralın sahip olabileceği varsayımları açıklamaya çalışmak için dışarı çıkmalıydı. O zaman bu gezintiyle gerçekten ilgileniyormuş gibi görünmemeliydi, değil mi? Gezinti başladığında, onunla birkaç adım yürüyebilir ve sonra tekrar izin isteyebilirdi. Bu işe yaramaz mıydı? En azından kulağa mantıklı geliyordu.

Jing He giydiği pelerini iyice çekti ve bahçeye açılan kapıya yöneldi, kapıyı iterek açtığında ejderha kralın çoktan dışarıya çıkmış, bekliyor olduğunu gördü.

Bir şey söylemek istedi ama ona bakınca kelimeler boğazında düğümlendi. Longjun… Şu anki haliyle şaşırtıcı derecede etkileyici görünüyordu.

Ay ışığı saçlarına ve kıyafetlerine vuruyor, koyu rengi vurguluyor ve gümüş takılarına ışık veriyordu. Yüzünün yarısı gölgelerle kaplıyken, diğer yarısı da aydınlatılmıştı ve güzel hatlarını gösteriyordu.

Jing He kendini bakarken yakaladı ve başını eğdi. Bunun olmaması gerekiyordu. Ne yazık ki bunu inkâr edemezdi. Kalbi çılgınca çarpıyor ve nefesi hızlanıyordu. Ejderha kralın önünde hiç böyle hissetmemişti.

Bu adamın yakışıklı olduğunu ya da güçlü bir varlığa sahip olduğunu inkâr edemediği birkaç zaman olmuştu ve garip bir şekilde ondan etkilendiğini hissettiği durumlar da olmuştu. Bunu inkâr edemezdi.

Yine de hiç böyle olmamıştı. Şu anda, bunu yaparsa olabileceklerden korktuğu için bakışlarını kaldıramıyordu bile. Kendini o ana kaptırırsa, kalbini kaybederse. O zaman ne olacaktı?

Ne yazık ki Jing He, Qiu Ling'in bakışlarında parıldayan o bir saniyelik hayranlığı yakalamıştı. Ve kesinlikle böylesine önemli bir fırsatı kaçıracak biri değildi.

Bir adım daha yaklaştı ve Jing He itiraz edemeden uzanıp ellerini tuttu, vücudunun sıcaklığı sadece o hafif dokunuşla Jing He'ye geçti. Tam önünde duruyordu ve Jing He'ye sanki nefesini yanaklarında hissedebiliyormuş gibi hissettiriyordu. Bu his tenini yaktı ve farkında olmadan yutkundu, parmakları hafifçe titredi.

Qiu Ling onun ellerine baktı, sanki üşümesinden korkuyormuş ve sıcaklığını onunla paylaşmak istiyormuş gibi kendi parmaklarıyla ellerini okşadı. Ama bu sadece durumu daha da kötüleştirdi.

Jing He artık nasıl hissedeceğini bilmiyordu. Teslim olmak istediği birkaç adımı atmamışlardı bile ve şimdiden kafası bu kadar karışıktı. Konuşmasına izin verse ya da bu birkaç adımda kendisine eşlik etmesine izin verse ne olurdu?

Bilmiyordu ama bunun olmasına izin veremeyeceğini de biliyordu. Çünkü eğer izin verirse… o zaman nasıl devam edecekti? Bu çok büyük bir riskti, istediğini bilmediği, öngörülemeyen bir gelecekti. İsteyip istemediğini de bilmiyordu ama… seçim yapmak zorunda kalmak istemediğinden emindi.

Her şey her zaman olduğu gibi kalsa daha iyi olmaz mıydı? Her gün ziyaret etmek, ikide bir uğramak, konuşmak, çay içmek. Bu yeterli değil miydi? Yeterli olamaz mıydı?

Konuşmak istedi ama sanki Qiu Ling onun ne yapmak istediğini sezmiş gibi önce o konuştu.

"Umarım kendini tuzağa düşürülmüş hissetmezsin. Son zamanlarda birbirimizi görmediğimiz için birkaç saat baş başa kalmanın iyi olacağını düşündüm. Eğer istemiyorsan, bunun bir anlamı olması gerekmiyor. Sadece birbirimizle vakit geçireceğiz. Ne eksik ne fazla."

Bu sözler üzerine Jing He gözlerini kaldırıp bakmaktan kendini alamadı. Bu gerçekten de onu her gün rahatsız etmeye çalışan kişi miydi? Gerçekten de gece birlikte birkaç saat geçirmenin bir anlamı olmayacağını söyleyebilir miydi?

Başını kaldırdığında bakışları Qiu Ling'inkilerle buluştu ve bir süreliğine büyülendi. Ejderha kralın koyu renk gözleri gece daha da koyu görünüyordu, mürekkep siyahı saçları yüzünü çevreliyordu ve birkaç teli esintide dans ediyordu. Bu görüntü sakin ve bir şekilde vakurdu. Daha önce ejderha kralın böyle olduğuna dair birkaç sahne görmüştü ama bu kadarını görmemişti. Sanki şu anda gerçek kendisiydi. Olabileceği en mükemmel haliydi. Bu…

Jing He gözlerini kapadı ve yavaşça nefes vermeden önce derin bir nefes aldı.

Ne düşünüyordu ki? Bunu yapmamalıydı. Ona zamanın gerçekten de uygun olmadığını, içeri dönmesi gerektiğini ve belki de hayal ettiği gibi yarın buluşabileceklerini söylemeliydi. Belki babasıyla konuşmayı deneyebilir ya da babasının aşırıya kaçmayacağından emin olmak için annesinden yardım isteyebilirdi. Bu daha iyi olmaz mıydı? Neden her şeyi olduğu gibi değiştirmek zorundaydılar ki?

Ama aynı zamanda korkuyordu da. Longjun'un az önce söyledikleri… sabrının tükenmekte olduğu anlamına mı geliyordu? Onun peşinden koşmaktan vazgeçip sevgisini başka birine mi yöneltecekti? Bu gece onu kendinden uzaklaştırırsa yakında başka biriyle evlendiğini duyar mıydı?

Jing He gözlerini araladı ve bir kez daha karşısındaki adama baktı. Ejderha krala. Koca bir ırkın hükümdarı. Yakışıklı bir adam. Hatta belki de her zaman iddia ettiği gibi ölümsüz ırkların en yakışıklısı. Deneyimli ve bilgiliydi ve odaklandığında aynı zamanda çok çekici, çok… çok çekiciydi.

Arzuladığı ideal koca oydu.

Ama yine de ona boyun eğmesine ve bunun olmasına izin vermesine karşı çıkan pek çok şey vardı: Longjun bir tanrı değildi. Onların geleneklerini pek anlamıyordu ve gerçekten bir araya gelirlerse her zaman zorluklar çıkacaktı. Babası da bu birleşmeye karşıydı. Ve en kötüsü, işlerin uzun vadede nasıl sonuçlanacağını bilmiyordu.

Ya işler ters giderse? Ya Longjun'un şu anda sahip olduğu güçlü duygular onunla daha fazla zaman geçirdikten sonra sönerse? Belki de her gün birlikte yaşadıktan, onu her gün gördükten sonra ondan bıkacak ve geri çekilecekti. O zaman ne olacaktı? Böylesine öfkeli bir adamın başka birine âşık olup bir skandala yol açmayacağını asla bilemezdi. O zaman yüzünü nasıl gösterecekti?

Her şey yolunda gitse bile, yine de korkuyordu. Bu adamı sevmek… gerçekten çok korkutucuydu.

"Longjun."

"Buradayım." Qiu Ling yaklaştı, hareketlerinde ya da sesinde hiçbir aciliyet yoktu.

Işık tam Jing He'nin yüzüne düşüyor, ifadesindeki küçük değişimleri, iki taraf arasında nasıl kaldığını görmesini sağlıyordu. Bu durum, sevgilisinin kafasından tam olarak neler geçtiğini merak etmesine neden oldu. Hayal ettiği gibi olamazdı, değil mi?

"Ben…" Jing He yana doğru baktı ama cümlesini tamamlayamadı. Denediği anda, bu adamı kendisinden vazgeçirme korkusu bir kez daha geri döndü.

Qiu Ling bekledi ama Jing He cümlesini bitiremedi. "Sen…" Derin bir nefes aldı ve tekrar o zarif ellere baktı. "Bastığın yere dikkat etmelisin. Burası biraz karanlık. Yaralanmanı istemem. Neden sana yardım etmeme izin vermiyorsun?" Daha yakına eğildi ve bir kolunu Jing He'nin beline dolayarak ona uzun zamandır olmadığı kadar yaklaştı.

Jing He gözlerindeki aciliyet ifadesiyle başını kaldırdığında, dudakları - biraz daha öne eğilse - onu öpebileceği kadar yaklaştı.

Qiu Ling bir çift yumuşak dudağa baktı ve sonra arkasını dönerek yavaşça elini tuttu ve onu normalde kapalı kaldığı saraydan uzaklaştırıp gecenin karanlığına doğru götürdü.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR