Prenses SS+ Seviyesinde Bir Maceracı

Çevirmen: YcD44
Editör: Galen
Cilt 1Bölüm 10: En Güçlü, Nihai Teknik

Ormanlık alanın derinliklerindeki zorbaların yasadışı ikametgâhının kalbine götürülürken iki elimi burnumun etrafında kenetledim. Burada beklediğimden daha fazlası vardı. Gözlerine kron düşüncesi açıkça yansıyan ve hepsi de haydutluğun çeşitli tonlarında giyinmiş en az bir düzine serseri.

Mide bulantıma neyin daha çok sebep olduğunu bilmiyordum. Bedensel hijyene karşı gösterilen konsantre umursamazlık mı, yoksa bu kadar çok adamın bir dizi para cezası, ruhsat parası ve vergi ödemekten kaçınması mı?

Ateş çukurunun üzerinde kızaran şişlenmiş domuz mu? Avlanma izni. Derme çatma ahşap bir barda satılan o tozlu içki şişeleri? Ticaret izni. Tezahüratlar ve şıngırdayan paralar eşliğinde yayıyla elma vuran o adam? … Muhtemelen kumar iznine ihtiyacı yoktu.

Ama yine de kamu güvenliğini açıkça tehlikeye attığı için ona para cezası verirdim!

Solda, sağda ve ortada, krallığımın bu utanmaz orman işgalcilerinin elindeki her bir bakır kron için soyulduğunun kanıtını görebiliyordum. Evlerini bu özel ormanlık alanlarda yapmaları bir şeydi. Ancak sayısız ruhsat kaçakçılığı ve vergi dolandırıcılığına ev sahipliği yapmaları bambaşka bir şeydi.

Her bir kron, kişisel kütüphane bütçemden bir eksilme demekti. Bir prenses olarak… hayır, bu krallığın namuslu bir vatandaşı olarak, bunu kabul edemezdim!

İçimde öfke yükselirken, bu derme çatma kamptaki tek işleyen çadırın önüne getirildim. Sadece yarısı eksikti. Diğer yarısının, etrafımdaki genel enkazdan anladığım kadarıyla, diğer tüm sakinler arasında paylaşıldığını tahmin ediyordum.

Çadırın açık tentesinin altında, yüzünde siyah bir yara izi olan yalnız bir adam sandalyesinde dönüyordu. Bir masanın üzerinde üst üste yığılmış para keseleri duruyordu. Haksız kazançların kanıtları.

Önce bana, sonra da bana çok yakın duran en yakın kabadayıya baktı.

"Patron, onu dere kenarında, güneye doğru giderken bulduk. Bu kız gerçek bir hazine. Tek başına falan ama ay kadar büyük bir ağzı var."

'Patron' olarak anılan adam ayağa kalkmadı. Bırakın kraliyeti, bir misafirin önünde bile utanç verici bir görgü eksikliği. Ama ben burada hiçbiri olarak bulunmuyordum.

Kanun olarak buradaydım.

"Selamlar. Bu ormanlık alanda meydana geldiğini gördüğüm suç kataloğunu düzeltmeye geldim. Kraliyet mülkünün bu yasadışı işgalinin ve içindeki tüm yanlış faaliyetlerin genel sorumluluğunu taşıyan haydut siz misiniz?"

Yaralı adam kıpırtısız bir ifadeyle beni süzdü. Gözleri belimdeki Yıldız Işığı Zerafeti'ne kaydı.

"Büyük bir ağız. Gördüğüm kadarıyla. Ayrıca kılıcının hâlâ yanında olduğunu da görüyorum. Siz beleşçilerin kampımıza silahlı birini getirmenizin bir sebebi var mı?"

Beni buraya getirenlerden biri omuz silkti.

"Patron, ona dokunmazsak işbirliği yapacağına söz verdi."

"Öyle mi?" Yaralı adam başını salladı. "Güzel. Patches olayının tekrarlanmasını istemeyiz, değil mi?"

"Evet! Ben de öyle düşünmüştüm patron! Son seferden sonra, biz-aaaaahh!!"

Yanımdaki kabadayının sesi, yüzünde bir demir parıltısı belirince acınası bir çığlığa dönüştü. Arka planda bir fıçıya vurulan bıçağın sesinden birkaç dakika sonra, yanağında ince bir kırmızı çizgi belirdi. Elinde demir bir bardak olan biri, ortaya çıkan sıvı damlalarından yararlanmaya başladı.

Bu sırada yaralı adam sandalyesinden kalktı. Elinde başka bir bıçak tutuyordu. Hedefi herhangi bir yer olabilirdi.

"Moronlar! Bir dahaki sefere silahlı birini bulduğunuzda, bana getirmeden önce onu silahsızlandırın! Denediğiniz için sizi deşmezlerse, ben deşerim!"

"Emredersin, patron!!"

Bir koro halinde el pençe divan durma sesleri kampta çınladı. Kimden geldiğinden emin değildim, çünkü beni bu çadıra kadar getiren herkes şimdi bir kedinin sinsi sinsi dolaştığını duyan mutfak farelerinin telaşıyla kaçışıyordu.

Yaralı adamı dikkatle izledim. Hizmetkârlarını bu kadar kolaylıkla kaçmaya ikna edebilmek takdire şayan bir özellikti. Bu, giydiği soylu kıyafetinin durumunu mazur göstermiyordu - açıkça çalınmış ya da ucuza satın alınmıştı. Ama binlerce kusur arasında tek bir hayranlık puanı değerindeydi.

Uşaklarını dağıttıktan sonra dikkatini bir kez daha bana çevirdi. Bıçak, ortaya çıktığı gibi hızla elinden kayboldu.

"…Birlikte çalıştığım insanlar, ha. Eğer sen lanet olası Kar Dansçısı olsaydın onlar da aynı şeyi yapardı. Şansıma, sen ormanda çok fazla oynayan basit fikirli bir kızsın. Kötü seçim. Etrafta kötü tipler var."

Yaralı adam kıkırdadı ve sandalyesine geri oturdu. Kampında kumar oynayan, içki içen ya da koşuşturan adamları işaret etti.

"Neyse ki ailen seni almaya karar verene kadar güvenliğini sağlayacağım… tabii ki zamanım, erzaklarım ve kişisel garantilerim için bir ödemeyle birlikte. Yanındaki o güzel kılıçtan anladığım kadarıyla -ki teminat olarak ısrar edeceğimi de eklemeliyim- iletişime geçebileceğim çok iyi bir ailen var. Güvenli bir şekilde serbest bırakılman için uygun bir düzenleme yapılabileceğinden eminim."

Duyduğum sözlere inanmakta güçlük çekiyordum.

Güvenliğimi sağlamak mı? Bu sözlerin arkasındaki imalar, kara ateşle yazılmış olsalar bile daha net olamazdı.

Ne utanmaz bir suç girişimciliği! Demek ki haraç çeteleri sadece yasadışı ikamet, vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık ve diğer bir dizi aşağılık suçu değil, aynı zamanda adam kaçırma ve fidyeciliği de kapsıyordu! Bunlar sadece ayaktakımı holiganlar değildi. Kelimenin tam anlamıyla suçluların en kötüsüydüler.

Kararlılığım sertleşti. Kaşlarım çatıldı.

"Teşekkür ederim. Ama sizin güvenlik garantinize ihtiyacım yok. İhtiyacım olan şey, işlediğiniz suçların karşılığı olarak yasadışı kazançlarınız. Elinizdeki yasadışı yollardan elde edilmiş tüm kronları derhal teslim ederek başlayabilirsiniz."

Yaralı adam şaşkın bir sessizlikle bana baktı ve sonunda yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. Eğer yanında uşakları da varsa, bunu kahkaha atmak için bir işaret olarak algılayacaklarından emindim.

"Şimdi, korkarım ki böyle bir tavırla bu müzakereler çok zor olacak."

Belki de onun için.

Ne de olsa, gerçekleşecek tek müzakere kendisi ve gardiyanı arasında olacaktı. Pişmanlığını dile getirirse, belki de cezasından birkaç kalıp sabun keserdim. Nazik ve merhametli bir prenses olarak, bu konuda küçük bir kişisel takdir yetkisine izin vermeye hazırdım.

"Kanun açık," dedim arkasındaki keselere doğru başımı sallayarak. "Yanlış maceralarınız sona erdi."

Yaralı adam açıkça şaşkındı. Kazandıklarına el konulması için göstermek yerine, masadan bir altın kron aldı ve ellerinin arasında rahatça gezdirdi.

"Ne örnek bir vatandaş. Haklısın, yasalar açık. Senin düşen çenenin kapanmasını beklerken işlediğim birçok suçu düşüneceğimden emin olabilirsin. Eğer akıllıysan, Şişko Böcekten ya da Çirkin Dallar'dan seni susturmalarını istemek yerine bunu yaparsın."

Altın tacını masaya geri fırlattı, sonra tembelce bana doğru işaret etti. Yüzündeki şaşkın ifade çoktan yerini şahsımın ve özellikle de kılıcımın değerini ölçen hesapçı bakışlara bırakmıştı.

Neredeyse aynı anda arkamdan gelen bir çift ayak sesi duydum. Uzun boylu, tıknaz gölgeler iki yanıma uzandı.

Kılımı bile kıpırdatmamayı seçtim. Ama bu korkudan değildi.

Avluda eğitim gören şövalyeler arasında, en yetenekli savaşçıların bile aynı anda en fazla üç rakiple mücadele edebileceği ve etrafları sarıldığında tek umudun yarmak olduğu sık sık konuşulurdu.

Kamptaki diğer haydutları saymazsak üç rakibim vardı.

Ancak, savaşa meyilli şövalyelerimizin bilmediği şey, etrafınız sarılıyken ve müttefikiniz yokken bile düşmanlarınızı yenmenin başka bir yolu olduğuydu.

Benim yetiştiğim tehlikeli dünyada böyle bir başarıyı elde etmek imkansız değildi, aksine bir hedefti. Düşmanlarınızı sırtınız duvara dayalı haldeyken yenmekten daha büyük bir başarı işareti olamazdı.

En eski dansın gereklilikleri böyleydi. Düşmanların dost olduğu, cesur oğulların karanlıkta hançer salladığı ve ürkek kızların zehir fısıltıları ürettiği saray aleminin dansı. Savaşmak için eğitildiğim düşmanlarla kıyaslandığında, bir yara izi ve bir grup serseriyle övünen bir adam benim için sahildeki bir çakıl taşı kadar korkutucuydu.

İşte bu yüzden-

Gülümsedim.

"Amanın… nasıl da hayal kırıklığına uğradım"

"Hmm?"

Tam da beni hazırladıkları kafese bağlamak için el salladığı sırada, yaralı adam tekrar geri döndü. Gülümsememe baktı ve arkamdaki adamlara durmalarını işaret etti.

"Hayal kırıklığı yaratan nedir?" dedi kaşlarını çatarak.

Hemen cevap vermedim, bunun yerine bu beş para etmez kötü adama ezici, mutlak bir zafer gülümsemesiyle baktım. Sadece ve sadece tek bir durumda kullanılabilecek türden bir gülümsemeydi bu; düşmanlarının kesilmiş dileklerinden yapılmış bir dağın tepesinde tartışılmaz bir galip olarak konuşurken.

Bu bir zafer ilanından daha fazlasıydı. Daha ziyade, sanki zaferim tarih kitaplarına çoktan damgalanmış gibiydi.

Tahmin edilebileceği gibi, böyle bir gülümsemeyi kullanmak adamın kaşlarının çatılmasına ve şaşkınlığa dönüşmesine neden oldu.

Yumruğumu sıktım, zafer elimdeydi.

Ohhohoho! İşte buradaydı!

İşte, bir prensesin cephaneliğindeki en güçlü silah! Herhangi bir savaşçının kılıcından daha keskin! Herhangi bir büyücünün büyüsünden daha büyük!

Yıllar süren çay partileri, suareler* ve sosyal toplantılar boyunca durmaksızın geliştirdiğim en güçlü, nihai tekniğim, asillerin kızlarının bana yönelttiği her soruyu, açık bir cevap vermeme gerek kalmadan savuşturmak için yanılmaz bir yöntem-

Diğerlerinin bilmediği bir şeyi biliyormuşum gibi davranarak!

"…Tanrım, ne kadar trajik. Bana kolayca sırtını dönebileceğine inanman. Bu ormanlık arazide geçirdiğin zaman, tüm tehlike hissini köreltti mi?"

"Ne?"

"Krallığın, özellikle de onun dikkatli ve güzel prenseslerinin gözünden kaçarak, yaşıtlarının ötesinde bir beceriklilik ve zekâ sergileyeceğini ummuştum. Ne yazık ki, siz sadece aptalları ve safları avlayan sıradan haydutlarsınız. Zamanımı eğlendirmeye değecek bir düşmanla karşılaşma umudum sona erdi. İçinde bulunduğunuz ölümcül tehlikenin farkında bile değilsiniz, değil mi?"

Yaralı adam anlamadan gözlerini kırpıştırdı.

Gülümsememin kötücüllüğünü artırdım, bir yandan da gözlerimi kısıyordum. Mükemmele doğru açılmış bir ifadeydi. Profesyonelce hazırlanmış bir küçümseme ifadesiydi.

"Ah? Bu da ne? Ormanda kaybolmuş bir kızın buraya getirilmeyi talep edeceğine gerçekten inandın mı? İşlediğin bir dizi fırsatçı suç, seni hem alçak hem de yüksek yerlerde düşman yaptı. Astlarınıza teşekkür etmeliyim. Onlar üssünüzün yerini ifşa etmeye bu kadar hevesli olmasaydı, onu asla bulamayabilirdim. Onlara minnettarım."

Açıklamamı sessizlik karşıladı.

Sonra yaralı adam oturduğu yerden fırladı.

"Bu da ne?!" diye bağırdı, tükürükleri aynı anda kamptaki her serseriye doğru uçuşuyordu. "Buraya gelmeyi o mu istedi?! Ve siz aptallar da onu getirdiniz mi?!"

Bu adamın öfkesine korkulu bir mırıltı eşlik etti. Arkamdaki gölgelerin küçüldüğünü ve kaybolduğunu gördüm.

Küçük bir kahkaha attım.

Gerçekten de, cesur zekâm varken kılıcıma ne gerek vardı?

Müzakerenin kritik sanatı, zayıflığı güç, gücü de zayıflık olarak kullanmaktı! Karşı tarafı, arkamdaki gizli elin, önümde tuttuklarından daha güçlü olduğuna inandırmak! Neden bu kadar çok düşmanın arasına tek başıma yürüyerek geleneksel bilgeliğe açıkça meydan okuyayım… eğer zaferimden son derece emin değilsem!

Yoksa neden açık bir dezavantaj konumundan taleplerde bulunayım ki?

Kısacası göz göre göre yalan söyleyecektim!

"Açıkçası, adamlarının beni bulmasının bu kadar uzun sürmesine üzüldüm. Kötü şöhretiniz gerçek yeteneklerinizi aşıyor. En azından benim gibi apaçık ortada olan birinin yerini tespit etmekte kolaylık göstereceğinizi umuyordum."

Yaralı adamın kaşları neredeyse birleşecekti, kaşlarının çatılmasının şiddeti böyleydi. Bir an için gözleri yanımdaki Yıldız Işığı Zerafeti'ne kaydı. Artık ona bir çocuğun sergilediği bir oyuncak gibi bakmıyordu.

"Kimsin sen? …Seni kim gönderdi?"

Adamın sözleri bir an takıldı, yeni edindiği tek kaşının gizleyemediği bir korkuyu ele veriyordu.

"Adımın bir önemi yok… sadece beni sıradan bir baronun basit kızı sanmamanız için sizi uyarıyorum. Sürekli merhametim sayesinde varlığınıza katlandığımı bilin. Zavallı muhakeme eksikliğinizi tahsil etmeye geldim. Mesajım basit. Pişmanlık uzun ve zor bir yoldur. Kronlarınızdan vazgeçerek başlayabilirsiniz… tabii başka bir şeyden vazgeçmek istemiyorsanız."

İçimden başımı salladım. Açıkça belirtmeden ölümcül tehlikeye dair güçlü bir çıkarım. Artık moda olmayan, biraz fazla yorulmuş bir düşünce. Ama yine de mütevazı miktarlarda kullanılabilir.

Yaralı adam kaba tehdidimi reddetmek için hangi düzeyde bir zehir kullanacağını düşünüyor gibiydi. Yine de bir süre sonra aniden gözlerini açtı.

"Sen… hayır… seni… o kız mı gönderdi?"

Gııııırç.

Başarıya açılan kapının sesi!

O belirsizlik notası! Tanıdık bir hayaletin gölgesini gören o bakış! Endişelenilen bir kişiye yapılan o ima!

Ele geçirebileceğim bir fırsat! Açıkça görülüyor ki, kendi özel uşak grubuna sahip olacak kadar üretken bir kanun kaçağı düşman edinmiş olmalı. İster haydutluk ister siyaset olsun, altınızdakilerin parmaklarına basmadan… ya da üstünüzdekilerin topuklarına basmadan otorite basamaklarını tırmanmak imkansızdı.

Evet, herhangi bir güç konumundaki bir insanın korkabileceği çok şey vardı.

Bu durumda, şimdi yapmam gereken şey.

"Heh."

Tehditkarca gülümse!

Hiçbir şeyi kabul etme! Hiçbir şeyi inkar etme! En iyi saray siyaseti! Düşmanlarınızın kendi sonuçlarına varmalarına izin verin, ki bu da her zaman kaçınılmaz olarak en kötü senaryoya doğru kayacaktır!

"Hayır… bekle… burada olamaz… burada değil…"

Adam sandalyesine çarparak bir adım geri attı. Sözsüzce gülümsemeye devam ettim.

"O kız beni bulmamalıydı… burada değil… hayır, eğer oysa… Tanrım, hayır…"

Bir adım daha geri çekildi ve sandalyesini iterek küçük çadırının arkasında güvenli bir yer aramaya başladı.

"Bekle! Zamana ihtiyacım var… söyle ona… zamana ihtiyacım olduğunu söyle! Hâlâ… Hâlâ ihtiyacı olanı alabilirim! Ben… Ben kaçmıyordum!… Sen… Ona söylemek zorundasın! Lütfen, ona bunun planımın bir parçası olduğunu söylemelisin! Yemin ederim öyle!"

Şimdi! Son darbe!

Nihai bitirici hamle! Kraliyet blöfünün doğal devamı!

"…Ohhohoho…"

İşte o an geldi!

Bir başkasının ölümüyle utanmazca eğlenirken zorlukla bastırdığım kahkahalar! Elimi yanağıma götürdüm, kraliyet ziyafetinden daha lezzetli bir gösterinin tadını çıkarırken omuzlarımı kaldırdım! İşte yıllarca süren yorucu bir pratikle, onu algılayan herkese umutsuzluk aşılamak için eğitilmiş bir ifade!

"Hayır…"

Yaralı adamın bacakları çözüldü ve devrilen sandalyesinin yanında dizlerinin üzerine çöktü. Yüzünü kaplayan kül beyazı bir şok ifadesiyle yere doğru çaresizce baktı.

Hâlâ gülerek yere düşmüş figürün yanından geçtim ve masaya gittim.

Bütün para keselerini kucağıma alarak kampın geri kalanına döndüm ve yüzlerindeki inançsızlık, şaşkınlık ve huşu dolu ifadelere baktım.

Adaletin başka bir gün dağıtılması gerektiğine hayıflandım. Böylesine kötü bir kokuyu temizlemek için ne zamanım ne de gerekli sabun kalıplarım vardı. Ama en azından fesat çıkarma kapasitelerini ellerinden alarak başlayabilirdim.

Kampın hafifçe komaya girmiş liderinin yanında durarak, "Paranıza, değerli eşyalarınıza ve zamanında tahliye edilmenize ihtiyacım var," dedim. "Düzenli bir sırayla başlayabilirsiniz."

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR