Prenses SS+ Seviyesinde Bir Maceracı

Çevirmen: YcD44
Editör: Galen
Cilt 2Bölüm 29: Benekli Ufuklar

Elma kraliyet başkentine doğru yol boyunca ağır ağır ilerliyordu.

Kuzeye giden yolda açlıktan ölmemem için Coppelia'nın küçük ayrıntılarla ilgilenmesine izin verdikten sonra, Rolstein'daki sıradan bir fırından aldığı erzaklarla dolu Elma'nın yükünü hafifletmesine izin vererek kurmalı bebeği ödüllendirdim.

Ne zaman bir kraliyet alayında at sürsem bana eşlik eden büyük bir ziyafet değildi bu. Çiğnediğim bayat kek, bir suarede ikram edilse güzel bir hakaret olarak kullanılabilirdi, solmuş çileği ise bu tür şeylere düzenli olarak katılanların buruşuk hırsları için mükemmel bir metafor olurdu.

Yine de benim amaçlarım için yeterliydi. Mütevazı doğamın ve yiyecek başka bir şeyimin olmadığının bir kanıtı.

Hayır… tek sorunum unlu mamullerin Elma'yı dörtnala koşmaya teşvik etmeye elverişli görünmemesiydi.

Hayal kırıklığı yaratan son keki ata vermek için öne doğru eğildiğimde, yavaşlamadan ya da hızlanmadan hiç düşünmeden mideye indirdi.

Yavaş temposu öylece kaldı.

Öyle ki, Coppelia yanımızda yürürken esnemeyip gerindi.

Durumun ciddiyetine rağmen, aciliyet hissimi paylaşması için atı ne dürtebiliyor ne de rüşvet verebiliyordum. Onu cesaretlendirmek için kullandığım elmalar, ağzı olan boşlukta kaybolup gidiyordu ve bu yavaş tempo onun tek hızı olarak kalıyordu -ister beni meyve dolu küçük keselerle, ister kek, krep ve tatlı ekmeklerle dolu heybelerle birlikte taşıyor olsun.

Arkama yaslandım ve Elma'yı aciliyet ihtiyacım konusunda ikna etmek için bir yöntem düşünürken kaşlarımı çatıyordum.

Sonra Coppelia'ya baktım.

Gerçekten de omuzları çok güçlü görünüyordu…

"Coppelia-"

"Hayır."

Tarçınlı rulonun son lokmasını havaya fırlattı ve dalgaları yaran bir okyanus canavarı gibi ağzını açarak yakaladı.

Ah. Ona görgü kurallarını öğretmem gerekecekti. Ama önce, ona el pençe divan durmayı öğretmeliydim.

"A-Aferdersin! Ne isteyeceğimi bile bilmiyordun! Bunun bir önemi de yok. Benim müstakbel hizmetçim olarak, tüm pratik olmayan taleplerimi duruş, zarafet ve küçük kardeşlerinin refahı için iyi para ödeyen hizmetimden kovulma korkusuyla titrek bir gülümsemeyle karşılama alıştırması yapmalısın!"

"Eh? Para mı alacağım?"

Başımı onaylarcasına salladım, aksini düşünmesine bile şaşırmıştım. Bir prenses olduğum kadar cömert ve yardımsever bir işveren değil de neydim?

"Doğal olarak. Bu krallıkta sözleşmeli köleliğe müsamaha göstermeyiz. Kişisel maiyetimin bir üyesi olarak, bir dizi avantaja sahip olacaksın, bunlardan biri de zamanın için olağanüstü bir ücret."

Coppelia afallamış görünüyordu.

Bir an için, benim ona ödeme yapmam fikrinin onu neden bu kadar şaşırttığını merak ettim. Sonra Ouzelia'nın tuhaflıklar ülkesi olduğunu fark ettim.

Her ne kadar o uzak diyarda bir hizmetçinin maaşına aşina olmasam da belki de hizmetleri için para almak egzotik bir kavramdı? Kron talep edilmeyen onurlu bir pozisyon muydu?

Eğer öyleyse, beni vitray pencereden süzülen bir ışık huzmesi gibi görüyor olmalıydı!

"Gerçekten mi?" dedi, hem sesi hem de ifadesi derin bir şaşkınlık içindeydi. "Fedailerine gerçekten para mı ödüyorsun? Onlara sadece… Bilmiyorum, hizmetçilerin ya da uşakların diyip diğer her şeyi unutmuyor musun? Nasıl beslendikleri gibi?"

Şaşkınlıkla bir kaşımı kaldırdım.

"Ne? Tabii ki hayır. Bu kulağa hiç uygulanabilir gelmiyor. Kaprislerime cevap verebilmeleri için hizmetkârlarımın hayatta olmasını istiyorum. Temel geçimleri için para olmadan beni hayal kırıklığına uğratmaya nasıl devam edebilirler?"

"Oh, şimdi anlaşıldı." Coppelia kendisine ayrılan fırın çantasına uzandı. Yaban mersinli bir çörek çıkardı. "Beni zerre kadar ilgilendirmiyor ama bugünlerde bir hizmetçinin maaşı ne kadar?"

Cevap vermek için dudaklarımı araladım.

Garip bir şekilde, hiçbir kelime çıkmadı.

"H-Hm? Özür dilerim, bir şey mi sordun?"

"Mmh! Bir hizmetçinin maaşının ne kadar olduğunu sordum."

Yine dudaklarım aralandı. Yine de krallığın idari işlevleri hakkındaki kapsamlı bilgimin vermesini beklediğim cevap gelmedi.

Zihnim bulanıklaşırken Elma'nın sırtında sert bir şekilde oturdum.

Hmm?

Ne kadar… Harcanabilir hizmetkârlarıma ne kadar ödüyordum… ?

"Oh… Ohohoho!! Benim güzel Coppelia'm, eğer asil davama hizmet etmenin değerini soruyorsan, o zaman yoksullara, masumlara ve krallığın yastık üreticilerine zarar vermek isteyenlere karşı zafer kazanmanın sevincidir!"

"Hayır, kesinlikle onu sormuyorum." Coppelia gülümsedi, sonra ağzında yarım yaban mersinli çörekle, yağmaladıklarımın bulunduğu eyeri okşadı… yeni bir maceracı olarak ödemem. "Bunlar burada mı? Bir hizmetçi olarak kaç kron alırım? Aylık olarak diyelim mi? Haftanın her günü gün batımından şafağa kadar çalışsam, bir saatlik öğle yemeği molası ve nöbetçi görev olasılığı olsa?"

Tanrım.

Elma gerçekten de bu ek koşulların ağırlığı altında eziliyor olmalıydı. Binici ile at arasındaki kopmaz bağ sayesinde onun yerine terlediğimi hissedebiliyordum.

"Ücret pazarlığa açık."

"Hmm? Bu harika. Yani tecrübeye mi dayanıyor?"

"Ve liyakate! Bu nedenle, bana sadakatle hizmet eden ve mali geri ödemeleriyle ilgili çok az soru soran ya da hiç soru sormayan bir hizmetçi, oldukça rekabetçi bir maaş alacaktır."

Coppelia verdiğim kapsamlı cevabı düşünmek için bir süre durakladıktan sonra tembel bir gülümseme sundu.

"Tamam~"

Arkamı döndüm ve derin bir nefes aldım.

Bu… Bu çok yakındı!

Coppelia itip kaktığım hizmetkârlara ne kadar ödendiğinden haberim olmadığını fark etseydi, benim adıma çok kötü görünürdü! Burada krallığın mali durumunu güvence altına alırken, kendi hizmetçilerime ne kadar az ödeme yaptığımın farkında bile değildim!

Öksürerek konuyu daha az tehlikeli bir noktaya getirdim.

Yani, Coppelia'nın bu yolculuğu nasıl hızlandırabileceği konusuna.

"Dediğim gibi… Dediğim gibi, ne talep edeceğimin farkında değildin. Şimdi, acil durumlarda beni taşımanın yanımdayken potansiyel bir görev olduğunu hatırlıyor olabilirsin?"

"Mmh, haklısın. Benden ne isteyeceğin konusunda hiçbir fikrim yok."

"Eh, felaketi önlemek için en iyi yaklaşım amaca uygunluktur. Elma'nın, krallığın elma bahçelerini yerle bir eden iç çatışmaların siyasi sonuçlarını umursamadığı açıkça ortada olduğundan, beni başkente taşımak için güçlü kuvvetini kullanmanın çıkarlarımıza uygun olduğuna inanıyorum."

Coppelia yaban mersinli kekinin kalanını yuttu.

Çiğneyip çiğnemediğinden bile emin değildim.

"Ben bir kütüphaneci yardımcısıyım. Bazen kitap taşırım. İnsan taşımam. Onların sırtlarını kırmak çok kolay."

Elma kısa bir süre durakladı, sanki hafif kafa karışıklığıma katılıyormuş gibi. Hangisinin beni daha çok şaşırttığını düşündüm. Coppelia'nın yiyecek maddelerini hoyratça yeme yeteneği mi? Ya da insan sırtını kırmakla ilgili tuhaf ifadeleri mi?

İkisini de görmezden gelmeye karar verdim.

Şimdilik.

"Ben… Anlıyorum. Bu… kesinlikle geçerli bir endişe. Özür dilerim. Güvenliğim için gösterdiğin ihtiyatı, omuzlarına binmemem için duyduğun basit bir arzu olarak algıladım."

"Değiş tokuş yapmaya ne dersin? Ben senin omuzlarına oturayım, sen de benimkine otur."

Ağzım açık kaldı. Bu soru ne kadar aşağılayıcıydı! Birine üzerine oturup oturamayacağını sormanın ne kadar kaba bir davranış olduğunun farkında değil miydi?

"Affedersin! Nasıl böyle bir soruyu bir… şeye sorabiliyorsun? Yani, ben bir at değilim!"

Coppelia bana bir kaşını kaldırdı, sonra gözlerini Elma'ya dikti.

"Ben de daha önce hiç ata binmedim."

"Ne?"

"Nasıl? Çok mu rahatsız? Yoksa sadece hafif rahatsız edici mi? Hep denemek istemiştim ama çabuk sıkılacağımı da düşünmüştüm."

Şaşırmıştım.

Coppelia daha önce hiç ata binmemiş miydi? Çarklı olsun ya da olmasın, birinin ata binme zevkinden vazgeçip yeni soyulmuş bir tüccar gibi yürümesi pek inandırıcı değildi.

Ouzelıa'lı olduğunu mu söylemişti? Eğer öyleyse, Tirea'ya nasıl gelmişti?

"Hem sana hem de ata uygun bir eyerin yanı sıra yumuşak bir yol ve daha yumuşak bir dokunuşa sahipsen rahattır."

"O eyer pek de özel görünmüyor, yol %100 toprak ve taştan oluşuyor ve atın bir yere gitmesi için aktif olarak rüşvet verilmesi gerekiyor gibi görünüyor."

Dudaklarımı ısırdım.

"Tecrübeler değişebilir."

Coppelia hafif bir kıkırdama çıkardı. Elma'ya yenilenmiş bir ilgiyle baktı.

Onun hafifçe uzaklaştığını hissedebiliyordum.

"Hmm… Sanırım bunu deneyimlememek için bir neden yok. Sadece hiç ihtiyaç duymadım. Şimdi deneyebilir miyim?"

"Şimdi mi?"

"Elbette." Coppelia kollarını iki yana açtı, sonra olduğu yerde döndü. "Etrafta bir yaver adayı olarak benim vahşi yeteneklerimin altında ezilecek kimse yok."

Yüzümü buruşturdum. Bir yaver olabilmesi için ona temel binicilik becerilerinden daha fazlasının öğretilmesi gerekiyordu. Herhangi bir sıfatla şövalye saflarına katılmak zorlu bir görevdi ve sadece bir ön koşul olarak şövalyelik ve güç becerilerinin kazanılmasını gerektiriyordu.

Gücü vardı, doğru. Ama beni tehlikeden kurtardığı, sonra da kaçmam için yalvarırken geride kalıp kendini kahramanca feda ettiği ve benim hayatımın onunkinden daha değerli olduğunu söylediği güne kadar, bir şövalyeden beklediğim asgari şövalyelik standartlarını karşılamıyordu.

"Beni ata binerken gördüğünde merakını keşfetmene çok sevindim. Ancak bunu benim kadar kolay yapabilen çok az kişi vardır. Küçük yaştan itibaren ata binmek üzere yetiştirildim."

"Öğrenebilirim!"

"Sahip olmak için mükemmel bir yetenek. Ancak ata binmek için bir at gerekir ve ne yazık ki şu anda mevcut olan tek atı kullanıyorum. Eğer ata binmeyi tecrübe etmek istersen, sana başkentteki mükemmel ahırları bizzat gösterebilirim."

"Harika."

"Sokakları suçtan temizledikten sonra yani."

"Tamamdır. Bir dakikalığına kenara kayabilir misin?"

"Hmm? Ne yapıyorsun-hieee?!"

Coppelia elini eyerin yan tarafına koydu.

Sonra da beni dehşete düşürürcesine, kendini hemen atıverdi.

Bu kız hiç umursamadan akrobatik bir hareketle, hareket eden… daha doğrusu yavaş hareket eden atın üzerine atladı ve arkama tünedi. Eyeri görmezden gelerek, sanki atın sırtı her an üzerine atlayıp inebileceği bir salıncakmış gibi, iki bacağını bir yana sarkıtarak oturdu.

"Ne tuhaf bir duygu," diye mırıldandı. "Atın bu kadar sıcak hissetmesi normal mi?"

"Evet! Evet öyle!"

"Ah." Coppelia durakladı. "Biraz iğrenç hissettiriyor."

Bacaklarını uzatırken uygunsuz bir düşüşe davetiye çıkardı. Onun uhrevi çevikliğini iş başında gördükten sonra, bunun pek olası olmadığını bilmek bana acı veriyordu.

Elma'nın dizginlerini sıkıca kavradım, beklenmedik ağırlığın ani yükünü hafifletmek için onu sakinleştirmeye hazırdım.

Homurdanmadı bile. Sadece… tırıs gitmeye devam etti.

Açıkçası, bu atın bu kadar az etkilenmesine şaşırmıştım. Sırtına başka bir figürün eklenmesi, arabasına fazladan bir demet saman yüklenmesinden farksız mıydı?

Öyle bile olsa, bu çok sorumsuzcaydı! Bir at, istendiği gibi oturabilir ya da üzerine basabilir bir köylü değildi! Bir atın sırtında istediğiniz gibi hareket edemezdiniz!

"Coppelia! At bir sirk oyuncağı değildir! Hareket eden bir hayvanın üzerine öylece atlayamazsın! Onu kolayca ürkütebilirsin!"

"Gerçekten mi? Ouzelia'da her zaman atların üzerine atlayan insanlar görüyorum."

"Ne?! Kim?!"

"Kahramanlar." Coppelia omuz silkti. "Bizde onlardan çok var. Artık atlara doğru dürüst tırmanamıyorlar. Üzerlerine atlamaları ya da açık bir pencereden üzerlerine düşmeleri gerekiyor."

Avucumu yüzüme bastırdım.

Tüm bunlar olup bittiğinde yapacağım ilk şeylerden biri o tuhaflıklar diyarıyla tüm diplomatik ilişkimi kesmek olacaktı.

"İnsanlar neden ata atlamak zorunda olsun ki?"

"Günün daha hızlı geçmesine yardımcı oluyor. Ata bindiğinde dramatik bir şeyler olmak zorunda."

"Gerçekten mi?" dedim gözlerimi devirerek. "Peki şu ana kadar dramatik bir şey gördün mü?"

"Büyük bir trol grubu ilerideki köprüyü kapatmış durumda."

Kaşlarını çatarak Coppelia'ya baktım. Benim için hazırdı, heyecanla ileriyi işaret ediyordu.

Geriye dönüp önüme baktım ve kesintisiz, pırıl pırıl mavi bir nehrin akışını kesintiye uğratıyor gibi görünen büyük, gri noktalara bakarak irkildim.

Sonra havayı kokladım ve inledim.

Troller.

…Neden ejderhalar değidi ki?

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR