Talihsizlikler Silsilesi

Çevirmen: YcD44
Editör: Myriel
Cilt 1Bölüm 33: Kara Orman Çukuru

"O boynuzlara gerçekten ihtiyacın olduğundan emin misin Claire?" diye sordu Sylvia.

"Bunu bana on dakika içinde üçüncü kez soruyorsun," diye homurdandı Claire.

Çift çoktan yola çıkmıştı. Aletlerinin durumu hakkında Grant'le yüzleşme fikrinden tamamen vazgeçen tilki ve yılan, ağaç eve dönmek yerine yola koyulmuşlardı.

"Biliyorum ama gerçekten elimde değil. Görünüşe göre sende çok fazla var," dedi Sylvia.

"Ama yok," diye yalan söyledi Claire.

Yılan gibi yarı melez boynuzlarla kaplıydı. Her iki elinde birer tane vardı, altısı ipten kemerine bağlıydı ve diğer dördü de palaskasına sokulmuştu. Boynuzlar keskin ve sivriydi, silah olarak kullanılacakları düşünüldüğünde bu iyi bir şeydi. Ama sadece iyi de değildi. Dikenli çıkıntılardan en az biri her adımda onu dürtüyordu. İçini sızlatan acı aristokratı rahatsız etmeye yetiyordu ama acil bir çözüm aramasına neden olacak kadar da kötü değildi. Buna katlanmak, utançtan kurtulmaya fazlasıyla değerdi.

Başının üzerinde bir çift boynuz daha duruyordu. Bir kurbağanın yeni temizlenmiş kafatasını miğfere dönüştürmüştü; kulakları kurbağanın devasa göz çukurlarından dışarı çıkıyor, burnu da üst çenesinin hemen altında duruyordu. Dışarıyı hâlâ görebiliyordu ama bunun tek nedeni ölü anuranın burun deliklerinin göz hizasında olmasıydı. Sadece yerinden oynadığında görüş alanını kapatıyordu ki bu da şaşırtıcı olmayan bir şekilde her zaman oluyordu; derme çatma kafa koruyucusu sahibine tam olarak uymuyordu.

"Emin misin? Pek rahat görünmüyor."

"Hayır Sylvia, emin değilim." İnsansı, kaskını ayarlarken gözlerini devirdi. "Evet, eminim. Sorup durma."

Aptal kask. Kıpırdamadan dur!

"Madem öyle diyorsun…"

Tilki, diğer melezin sert tonuna rağmen Claire'e ara sıra meraklı bakışlar atmaya devam etti. Çenesini kapatması ilk kez söylenmiyordu ve kesinlikle son da olmayacaktı. Tehlikeden uzak oldukları zamanlarda konuşuyor, "Hey Claire, sana hiç gözlerim kapalı balık yakaladığım zamanı anlatmış mıydım?" ve "Grant hakkında gerçekten komik bir şey bilmek ister misin? Buna inanmayacaksın ama o her zaman bu kadar huysuz değildi," gibi şeyler söylüyordu. Hoş karşılanmayan tanıştırmalar, yarı lamianın yanıt verip vermediğine bakılmaksızın tam bir atıp tutmaya dönüşürdü.

Ortam değiştiğinde Claire, Llystletein tilki kültürü hakkında istemeden de olsa önemli bir kavrayış geliştirdiğinden neredeyse emindi. Farklı şekil ve boyutlarda çok çeşitli ağaçların bulunduğu dunkuzların bölgesinin aksine, tilkilerin alanı sadece birkaç türe ev sahipliği yapıyordu ve bunların hepsi de bataklığı kapatacak kadar kalın kanopileriyle inanılmaz derecede uzundu.

Ormanın zemini de yeşilliklerden neredeyse arınmış, daha az çalı ve fazla miktarda açıkta kalan topraktan oluşuyordu. Ama çıplak değildi. Bitkilerin solduğu yerde mantarlar büyümüştü. Neredeyse bölgedeki tüm ağaçlardan ölü ya da diri mantarların çıktığı görülebiliyordu. Başlıkları renk spektrumunun tüm uçlarına yayılmıştı. Menekşe rengi chanterelles yere dökülürken, baş aşağı duran kıpkırmızı filizler tepedeki dallardan sarkarak gelişmişti. Onlara kalın sarmaşıklar eşlik ediyordu. Yeşil lifli dokungaçlar neredeyse her ağacın etrafına sarılmıştı ve birçoğunda nektar damlayan parlak sarı mantarlar vardı.

"Sonunda buradayız! Burası bizim ormanlık alanımız. Buraya karanlık orman diyoruz çünkü aslında o kadar da karanlık olmamasına rağmen diğer yerler kadar güneş almıyor," dedi Sylvia ve bir pençesini uzun ince saplı bir grup mantara doğru uzattı. "Şunları görüyor musun? Onlar ışık taçları. Gündüzleri pek fark edilmezler ama geceleri çok parlak olurlar, böylece günün hangi saati olursa olsun görebilirsin."

Claire başıyla onayladı.

"Çamur Kurtları hakkında ne kadar çok şey öğrenmek istediğini hatırlıyor musun? Bu da onlardan biri." Tilki bir ağacın kenarından sarkan büyük bir çiçeğe doğru yürüdü. Kocaman, solmuş yaprakları neredeyse cansızdı. Renk profilinin çoğunu kahverengiler ve siyahlar oluşturuyordu, sadece tabanında belli belirsiz bir yeşil vardı. "Gündüzleri zararsızlar ama geceleri gerçekten korkutucu oluyorlar ve onlardan kaçmanın tek gerçek yolu yeraltında kalmak."

"O sadece bir çiçek."

"Oh, ımmm, bu konuda. Aslında sadece çiçek değil. Bütün ağaç."

"Bütün ağaç mı?" Claire kaşlarını çattı ve başını yana eğdi. "Kurt gibi görünmeleri gerekmiyor mu?"

"Sadece geceleri! Gün içinde hareketsiz hâle geçip ağaca dönüşüyorlar, bu yüzden hava kararana kadar onlar için endişelenmemize gerek yok. Bence onlar aslında çok güçlü entler ya da onun gibi bir şey."

"Hareketsiz hâl mi? Yani uyuyor mu?"

"Immm, bir nevi? Tam olarak aynı değil ama oldukça yakın."

"O zaman neden onu öldürmüyoruz?" Claire sağ elindeki boynuzu çevirdi ve zehirle bağlarken ters bir şekilde kavradı.

"Bu gerçekten kötü bir fikir! Ona saldırırsan uyanır ve ondan kaçamayız!" diye bağırdı tilki, yılanla tomurcuğun arasına girerken.

"Ne kadar güçlü?"

"Çok güçlü! Göz açıp kapayıncaya kadar ikimizi de parçalara ayırabilir ve uyurken ona bulaşan her şeyi kovalar, o yüzden lütfen ona saldırmayı düşünmeyi bırak."

"Bir cehennem domuzuyla baş edebilir mi?"

"Immmm… bir cehennem domuzu mu? Sanırım edebilir. Bunlardan birinin iki tanesini yendiğini gördüm."

"İki tane mi? Tek başına mı?" Claire dilini şaklatarak kılıcını indirdi ve üzerindeki roket yakıtını temizledi.

"Evet, içlerinden biri Holt'un Lordu olduğundan beri gerçekten korkutucu olmaya başladılar. Eskiden onlarla ateşle savaşabiliyorduk ama Holt'un Lütfu, onları ateşe karşı dirençli hale getiriyor." Sylvia'nın kuyruğu yere düştü. "Bugünlerde evlerimizi böğürtlen ağaçlarının altına kazmaktan ve geceleri içeride kalmaktan başka çaremiz yok. Bu berbat bir durum çünkü gündüzleri avlanmak daha zor ama sanırım daha kötüsü de olabilirdi."

Bu aptal sincaplar yer üstünde yaşamıyor muydu? Bu şeyler her yerdeyse hepsinin ölmüş olması gerekmez mi?

"Çelik kanatlar konusunda bize yardım etmene hâlâ ihtiyacım var. Benim için tüm sorunlarımı çözene kadar kendini öldürtmezsen sevinirim," dedi Sylvia.

"Bu çok açık sözlüydü."

"En iyisinden öğreniyorum," dedi gülümseyerek.

Claire yanaklarının dudaklarını havaya kaldırdığını hissedebiliyordu, bu yüzden hemen kaşlarını çattı, kollarını kavuşturdu ve ofladı.

"Kapa çeneni ve harekete geç. Bütün gün bekleyemeyiz."

"Elbette Claire, sen nasıl istersen."

Sylvia hafif bir kıkırdama ve bilmiş bir gülümsemeyle yoluna devam etti.

___

"Burada dur. Daha fazla yaklaşabileceğimizi sanmıyorum," dedi Sylvia fısıltıyla. "Ah, ve Kara Orman Çukuru'na hoş geldin!"

İki melez bir ağacın tepesinde oturuyordu. Biri dört ayak üzerinde, kollarını bacaklarının arasına almış, kalın bir dalın üzerine tünemişti. Diğeri ise onun üzerinde duruyordu. Sylvia'nın başı Claire'inkinin tam üstündeydi, tüylü ön patileri diğer kızın aynı derecede tüylü kulaklarının üzerinde duruyordu. Neredeyse bir şapka gibiydi. Neredeyse.

"Hatırlat bana. Neden yine üstümdesin?" diye homurdandı Claire.

"O aptal kask yerine ben daha iyi değil miyim?"

Sylvia kafatasından daha ağırdı ama onun kadar dikenli değildi. Ve düzenbazın kulaklarındaki ve alnındaki iyileşmemiş kesiklerden de anlaşılacağı gibi iki özellik tam olarak eşdeğer değildi.

"Kapa çeneni. Bunun iyi bir fikir olması gerekiyordu."

Claire tilkinin kuyruğuna uzandı, misilleme olarak onu çimdiklemek istiyordu ama bunu yapmaktan hemen önce durdu. Beklemek zorunda kalacaktı. Düşman bölgesinin çok derinlerindeydiler ve ortaya çıkacak çığlık onları yakalatacaktı. Bu, düzenbazın kürk topunun paçayı kurtarmasına izin vereceği anlamına gelmiyordu. Öyle ya da böyle intikamını alacaktı.

Hiçbir aptal tilki beni alt edemeyecek.

Gözlerini kabarık uzantıdan ayırıp yerleşim yerine doğru çeviren Claire, kendini diğerlerinden pek de farklı olmayan küçük bir açıklığa bakarken buldu. Dikkat çeken tek nesne, neredeyse yosunlarla kaplı ve geniş bir ışık huzmesiyle aydınlatılan iki metre boyundaki bir dikili taştı. Yeşil lekelerin altında birkaç rün seçebiliyordu ama okuma yazma bilmediği için bunları anlaması imkânsızdı. Yine de taş merkezli açıklık neredeyse dingin bir manzaraydı, sadece etrafta dolaşan düzinelerce kuzgun tarafından bozuluyordu.

"Oh, oh, şuraya bak!" Sylvia bir pençesini kaldırdı. "Gövdesinde mor çiçekler olan ağacı görüyor musun? Orası benim evim. Orada sadece ben ve annem yaşıyoruz ama babam bazen uğradığı ve başka türlü sığamayacağı için ekstra uzun yapmak zorunda kaldık. Sen ondan biraz daha uzunsun ama eminim sen de sığarsın. Su bastığı için şimdi değil ama sonra."

Kısa boylu bir erkek elf mi? Onlardan birini her gün göremezsiniz.

"Umurumda değil," dedi Claire, gözlerini kasıtlı olarak menekşe çiçeğinden çevirerek. "Şimdi sessiz ol, düşünmeye çalışıyorum."

Daha önce karşılaştığı sürünün aksine, kovuğun etrafında oturan kuzgunlar ürkütücü bir sessizlik içindeydi. Yeni gelenler bir yana, ses çıkaran tek kuş altı taşın tabanında bulunan son derece büyük bir kuştu. İticileri ve tek kıpkırmızı gözü bir yana, yüce hükümdar tamamen organik görünüyordu. Ortalama bir kuzgunun iki katı genişliğinde ve üç katından fazla uzunluğundaydı ve büyülü taşla aşağı yukarı aynı yükseklikte duruyordu.

Ağzını her açtığında, kuş bir dizi derin ve ayırt edici ciyaklama sesi çıkarıyordu. Sesi emrediciydi ve duyan herkesi bir an bile geciktirmeden susturuyordu.

Neden bu kadar tanıdık geliyor?

"Büyük olanın nesi var?" diye sordu Claire.

"Sorumlu kuş o," diye yanıtladı tilki. "Sanırım yükselmiş ya da öyle bir şey olması gerekiyor. Diğerlerini oldukça düzenli bir şekilde avlayabilsek de onunla savaşamadık."

"Kaçıncı seviyede olduğuna dair bir fikrin var mı?"

"Immmmm… muhtemelen elli civarı? Pek emin değilim."

"İşe yaramaz tilki…" Claire homurdandı.

"Hey, bu benim hatam bile değil! Hangi seviyede olduğunu nereden bilebilirim ki? Hiçbirimizin Yargıç sınıfı yok, olsa bile bilecek halimiz yok! Oturup onunla konuşacak halimiz de yok."

Muhtemelen düz bir dövüşte ona karşı koyamayacağım.

"Peki bu konuda bir şey yapabileceğinizi düşünüyor musunuz?"

"Ne kadar hızlı?"

"Gerçekten hızlı. Yani, gerçekten çok hızlı."

"Daha açık ol."

"Diğer çelik kanatlardan iki ya da üç kat daha hızlı olabilir mi? Tam emin değilim."

Vur kaç taktiği için çok hızlı… Belki zehirleyebilirim.

"Bunca zamandır burada mıydı? Yiyeceğini ve suyunu nereden alıyor?"

"Yakınlarda çok lezzetli balıkların olduğu bir göl var. Oraya mı gidiyor bilmiyorum ama tahmin etmem gerekirse, muhtemelen oradadır derim. Bataklığa da uçuyor olabilir ama bundan şüpheliyim. Kuzgunlar gerçekten temizdir ve bataklık suyunu sevmezler."

"Onu zehirleyebilir miyim?"

"Ha?" Sylvia gözlerini kırpıştırdı. Üç kez.

"Gölü zehirleyebilir miyim?"

"Tabii ki zehirleyemezsin! Ne düşünüyorsun!? Bütün balıkları öldürürsen burada nasıl yaşayacağız?"

"Yaşamayacaksınız."

"Ama yaşamak zorundayız! Eğer yapmazsak taşa göz kulak olamayız ve işimizi yapmayı bırakırsak Cyrus bize çok kızar!"

"Cyrus mu? İşlerinizi mi?"

"UUps… Endişelenme, bunun bir önemi yok. Sadece başka bir şey düşün!"

"Peki," diye homurdandı eski büyücü.

Babam ne yapardı?

Claire gözlerini kapadı ve babası olan hantal domuz dükü hayal etti. Adamın stratejileri korkakça ve dolambaçlıydı. Ama etkiliydiler. Onlardan ne kadar hoşlanmasa da kayıpları en aza indirdiklerini inkâr edemezdi. Hayat kurtaran bir taktik tam da ihtiyaç duyduğu türden bir çözümdü; kaba kuvvet, düşman daha fazlasına sahip olduğunda uygulanabilecek bir şey değildi.

Geçmişi düşününce, kariyerinin köşe taşları olarak sık sık vurgulanan büyük planları, Sthenia'nın aldatıcı fethini, Fjierford'un Gizli Savaşı'nı ve Atma Geçidi'ndeki ihaneti hatırladı. Hepsi farklı savaşlarda olmak üzere üç kararlı çaba. Tüm detayları bilmiyordu, çünkü adamın kendisi akranları tarafından sorgulandığında bile nadiren övünürdü.

Bunun nedeni sadece ağzının sıkı olması değildi. Virilius Augustus uzun konuşmalar yapmaktan pek hoşlanmazdı. Pek çok kişi tarafından suskun yapısıyla tanınırdı, sadece bir trolü öldürecek kadar güçlü bir içkinin etkisi altındayken uzun uzun konuşurdu.

Bildikleri ise ikinci elden anlatılanlar, onu sık sık onun büyüklüğüne ikna etmeye çalışan komutanlar tarafından detaylandırılan ufak tefek şeylerdi. Her zaman acımasız olan Rydland bile ona övgüler düzüyordu, şüphesiz bunun bir nedeni de babasının üç büyük kahramanlığına da katılmış olmasıydı. Yorgun subayın kişisel favorisi ve dolayısıyla Claire'in hakkında en çok şey bildiği harekât, geçitteki harekâttı; Atma'nın adını anmak, Rydland'ın sürekli kaşlarını çatmasını engellemenin bilinen birkaç yolundan biriydi.

İşte bu kadar!

"Sylvia."

"Imm… evet? Ne oldu?" Tilki başındaki tünekten aşağı baktı. "Iyyk! Lütfen benden bir şey yapmamı isteme! Şu anda gülümseme şeklin gerçekten korkutucu…"

"Ne kadar hızlı kazabilirsin?"

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR