Talihsizlikler Silsilesi

Çevirmen: YcD44
Editör: Myriel
Cilt 1Bölüm 42: Zar Zor Anlaşılanların Karşılaşmaları

Diğer tüm çalıların üç katı yüksekliğinde göze çarpan büyüklükte bir çalı, dünyanın kenarına doğru parmak uçlarında ilerledi. Boynuza yanlamasına yaklaştı, taşlı yapı dışında her şeyin varlığının sona erdiği çizgiyi sıyırdı.

Bakışlarını boşluğa çevirdiğinde neredeyse yüzünde bir gülümseme belirecekti. Bu ona evini, annesinin malikânenin sınırına fazla yaklaştığı için onu azarladığı sayısız zamanı ve bacakları bulutlu gökyüzünün üzerinde sallanırken rüzgârın saçlarını kaldırmasının verdiği hissi hatırlattı. Ama aynı zamanda yanlıştı da. Arka plan çok boştu. Nereye bakarsa baksın hiçbir şey yoktu. Gözlerini ne kadar kısarsa kıssın ufukta ne sıradağlar, ne okyanuslar, ne de uzak şehirler görünüyordu. Işınları doğrudan yüzüne düşmesine rağmen güneşi bile bulamıyordu. Sanki her yön yukarıdaydı, sanki Borrok Zirvesi ve Mirewood Bataklığı tüm dünyada sadece iki yerdi.

Düşersem ne olur?

Bu fikri aklına not ederek, boynuzun tek girişine doğru gizlice ilerledi ve boynuzlarından birini çekti. Sonraki birkaç dakika boyunca hareketsiz oturmaktan başka bir şey yapmadı. Devriyeler ona her ulaştığında kalbi küt küt atıyordu ama çok geçmeden endişelerinin yersiz olduğu sonucuna vardı. Aptal yaratıkların hiçbiri onun kılık değiştirdiğini görememişti.

Günlük Girdisi 873

Sinsilik 10. seviyeye ulaştı.

Baş aşağı devriye, paslı taş yapının uzak tarafına geçene kadar bekledi ve ancak tüm borrokların gözlerini başka tarafa çevirdiğinden emin olduktan sonra saldırdı. Melez, orman zemininde devriye gezen böcek maymunlardan birini felç etti ve büyüsüyle onu kendine çekti. Ağzını kapalı tuttu ve sinirleri hâlâ uyuşukken bıçağını boğazına sapladı. Kemiği sağa sola çevirerek yaratığın ses tellerini mahvetti ve sesi müttefiklerine ulaşamadan onu susturdu. Borrok'un dilsiz olduğundan emin olduktan sonra bıçağını boynundan kabuğuna geçirdi, kanatlarını yok etti ve onu uçurumdan aşağı fırlattı.

Maymun kedi, yerçekimi kuvvetlerinin üstesinden gelmek için elinden geleni yaptı ama uzuvlarını ne kadar çılgınca çırparsa çırpsın kaybettiği yüksekliğin hiçbirini geri kazanamadı. Hızla küçüldü, sadece maviler ve beyazlar denizindeki tek siyah leke olduğu için görünür kaldı.

Claire tam arkasını dönmek üzereyken karışıma bir renk daha eklendi. Kaynağı kararmış böcek olan belli belirsiz bir kırmızı parıltı vardı. Ve sonra, hiçbir şey. Her iki yabancı renk de yeni temizlenmiş tuvalden arındırıldı.

Günlük Girdisi 874

Seviye 21 bir borrok öldürdün.

Günlük Girdisi 875

Seviye atladın. Sağlığın ve manan yenilendi ve tüm zararlı durum etkileri temizlendi.

Birincil sınıfın olan Llystletein Düzenbazı 35. seviyeye ulaştı.

2 yetenek puanı kazandın.

Dudaklarından küçük bir gülümseme geçerken kulakları şok içinde çınladı. Gökyüzü sadece bulutlar ve havayla dolu sonsuz bir genişlik değildi. Burası bir ölüm çukuruydu, cinayet meraklısı melezin kolayca kendi avantajına kullanabileceği bir ölüm çukuru.

___

Claire, sayılarını azaltmaya devam ederse borroklara yakalanacağını endişe ediyordu fakat işlemin tekrarlanması endişesinin bir kez daha boşa gittiğini kanıtladı. İki saat ve sekiz ölümden sonra ormanın zemini temizlenmiş, gezgin muhafızlardan tamamen arındırılmıştı. Daha yaşlı, daha yüksek seviyeli bir bireyden başka bir şey olmadığı ortaya çıkan yaldızlı borrok bile fazla mücadele etmemişti. Diğerleri gibi o da birkaç dakika içinde yok edilmiş ve boşluğa atılmıştı.

Kapıyı korumakla görevli muhafızları ortadan kaldırmak daha zordu. Onları denize atmak bir seçenek değildi. Uçurumdan çok uzaktaydılar; kız onları uçurumun kenarından atamadan önce kontrollerini yeniden kazanacaklarından emindiler. Yapmak zorunda da değildi. Yaklaşımını değiştirmek, meleze mükemmel bir çözüm sağladı. Yakındaki bir ağaca bir taş fırlattı ve onların dikkati başka bir yere yönelmişken yanlarından gizlice geçti.

Dışarıdan bakıldığında içerisi yavan ve sıkıcı görünüyordu; boynuza benzeyen dağın kenarına kazınmış sade, karanlık bir mağaraydı. Ama mağaranın ağzından içeri adım attığı anda her şey değişti. Dünya, yüksek güvenlikli bölgeye ilk yaklaştığında olduğu gibi bozulmaya başladı. Tünelin sonundaki ışığa doğru yürüdüğünde, demir spiralin içerebileceğinden çok daha büyük bir ortamla karşılaştı.

Beyaz bir dağa bakarken ısıran kış rüzgârları ona saldırdı. Uzaktaki karlı bir tepe, hilal şeklindeki ayın ışığı altında parıldıyordu. Bazı yerlerde seyrek, bazı yerlerde daha yoğun olmak üzere, yer yer büyüyen yaprak dökmeyen çamlar görülebiliyordu. Sayısız yıldız manzaranın üzerinde parlıyor, geceyi mor ve mavi bulutlarla süslüyordu. Özellikle parlak bir gök cismi çizgisi gökyüzünde bir ufuktan diğerine uzanan bir iz oluşturuyordu.

Kulaklarını pelerininin içine çekip kollarını omuzlarına götürürken Claire'in tüyleri diken diken oldu. Mantosu soğuğu dışarıda tutacak kadar kalın değildi. Üzerini kaplayan lekeler hemen donmasa da kana bulanmış giysinin bir buz tabakasına dönüşmesi an meselesiydi. Daha da kötüsü, melezin yeni keşfettiği motivasyon eksikliğiydi. Uyuşukluk dalgaları birbiri ardına onu vuruyor, battaniyelerden bir kale inşa etmeye ve kışı uyuyarak geçirmeye teşvik ediyordu. Dağın büyüklüğü de en az fizyolojisi kadar cesaret kırıcıydı. Bir haftada tırmanamayacağı kadar uzun görünüyordu - tabii tırmanabilecekse.

Hedeflerinin nerede olduğu belli değildi. Nöbetçi ve Yaşamverenin diğer tüm borroklardan nasıl farklı olması gerektiğini bile bilmiyordu. Elindeki en iyi seçenek, karşısına çıkan tüm eşsiz görünümlü düşmanları öldürmekti. En iyi ihtimalle savunulamaz bir yaklaşım.

Onlar önemli mi? Yeterince sorun çıkarırsam ortaya çıkarlar mı?

Bu yaklaşım dunkuzlarda denediğinde pek işe yaramamıştı ama melez, borroklar da yüzlerine sapladığı bıçakları görmezden gelmedikleri sürece her şeyin yoluna gireceğine inanıyordu.

Aptal dunkuzlar…

Claire, hiç gerçekleşmediği belli olan bir olay hakkında homurdanmaya devam ederek, geldiği kapı aralığını kontrol etmek için arkasını döndü.

Ama kapının yerinde olmadığını gördü.

Arkasındaki yer boştu. Yer aniden bitmişti, tıpkı dışarıda olduğu gibi.

"Gidemez miyim?"

Arkasını dönüp dağa doğru ilerlemeye başladığında bir inilti daha duydu. Boynuzun aksine, bu büyük tepe daha en başından tamamen oluşmuştu. Rastgele parçalar aniden ona eklenmedi ve yamacına tırmandıkça büyümedi. Ama kayda değer olan tek yönü de buydu.

İlk ağaca ulaştığında ayak parmakları neredeyse donmuştu. Kar pullarının altına giriyordu ve ciğerleri acı içinde çığlık atıyordu. Soğuk dağ havasına hiç uygun değillerdi. Dizlerine kadar inen kıyılardan geçerken harcadığı şaşırtıcı derecede yorucu efora uyum sağlamak için derin nefes almak istedi ama canını yakmayan tek şey yavaş ve sığ nefeslerdi.

Bir çam ağacına yaslanarak iki elini ağzının etrafında kavuşturdu ve ısınmasına yardımcı olabilecek herhangi bir şey aradı. Ve hiçbir şey bulamadı. Yakınlardaki tek hayvan, sincaplar ve küçük kuşlardı. Hiçbirinin postu onu sıcak tutacak kadar kalın değildi.

Keşke ateş büyüsü bilseydim.

Ağaçlar bulabildiği tek potansiyel ısı kaynağıydı fakat onları işlemek uzmanlık alanının dışındaydı. Yine de gözlerini dört açması sonunda bir ipucu bulmasını sağladı. Üç buçuk mola sonra bataklıkta gördüğü izlerle aynı olan iki çift toynak izine rastladı. İzleri takip eden Claire, ayaklarını sentorların bıraktığı çukurlara yerleştirerek harcaması gereken dayanıklılık miktarını en aza indirmeye çalıştı ama kısa süre sonra bunun çabaya değmediğini fark etti. Delikler arasında zıplamak, soğuk gümüşi örtüde ilerlemekten daha fazla enerji gerektiriyordu.

Dağların arasında ilerleyen birkaç küçük borrok grubu buldu ama her karşılaşmadan kaçındı, gerekirse rotasından saptı; haydut soğuğa henüz alışamamışken herhangi bir kavgaya girmek istemiyordu. Birkaç düzine dakika daha yürüdükten sonra daha yumuşak bir yamaca vardı, bu yamacın yanında uçurumun yüzünü süsleyen bir dizi mağara vardı. Toynak izleri mağaralardan uzaklaşıyordu ancak Claire kendini tam tersini yaparken buldu. İçlerinden biri dikkatini çekmişti, içi titrek turuncu bir parıltıyla aydınlatılmıştı.

Bir ısı kaynağı.

Claire dikkatle yaklaştı, girişini süsleyen karın üzerine yansıyan insansı gölgeye yaklaşırken duvara dayandı. İçeriye baktığında neredeyse tamamen kürkten yapılmış bir varlık gördü. Rengi kendisininkinden çok farklı değildi, beyaz ve biraz mavi. Ama benzerlikleri burada sona eriyordu.

Melezin aksine dev, var olmayan botlarının içinde titremiyordu. Gümüşi kürkünün altındaki yüzünü göremiyordu fakat her ikisi de tamamen kürkle kaplı olan ellerinden farklı olduğundan şüpheliydi. Avuç içleri bile görünmüyordu.

Claire gürzüne uzanırken yutkundu. Ne olduğunu bilmiyordu ama ihtiyacı olan çözümün bu olduğunu biliyordu. Derisi onu sert kış rüzgârlarından koruyacaktı. Ama saldırmaya fırsat bulamadı. Ona yaklaştığında arkasını döndü ve yüzünün beklediği gibi olduğunu gördü. Seçebildiği tek özelliği, ön kolunun uzunluğu kadar geniş olan tek bir devasa gözdü.

"Sen, ziyaretçi? Ziyaretçi, otur." Tepegöz homurdanarak ateşin yanındaki buz gibi bankı işaret etti. Ortak dil olan Marişçe konuşuyordu ama yoğun bir aksanı vardıı ve anlaşılması zordu.

Tereddüt etti. Kalbi hâlâ olası suikast girişiminden dolayı çarpıyordu ve yuvarlak göze yaklaşmanın güvenli olup olmadığı konusunda pek çok şüphesi vardı. Ama bir anlık sessizlikten sonra elini silahından çekti ve aleve doğru ilerledi.

Ateşin aydınlattığı mağaranın etrafına baktığında buranın kıllı adamın evi olduğu izlenimini edindi. Birkaç mobilya parçası, sandalyeler, banklar ve masalar etrafa saçılmıştı. Tasarımları gelişigüzeldi ama değişmeyen bir şey vardı. Hepsi buzdan yapılmıştı. Uzak köşelerden birinde saklanmış birkaç kürk de vardı. Odanın ortasındaki ateş çukuruna taze odunlar yığılmıştı ve yanına da koca bir ağaç yerleştirilmişti. Hatta içi bulanık kırmızı bir sıvıyla dolu bir tencere bile vardı. İçinden ata benzeyen büyük bir kafatası şeklinde bir kemik çıkmıştı. En hafif tabiriyle uğursuz bir alametti.

Claire yutkunarak kendisine gösterilen yere oturdu ve uzun boylu yetiye baktı. Boyu neredeyse tam iki katıydı, alnından çıkan kristal boynuz da hesaba katılırsa biraz daha fazlaydı.

Alevler ayak parmaklarını gıdıkladıkça ve etine yeniden hayat verdikçe ayaklarının çözüldüğünü hissedebiliyordu fakat yine de rahatsızdı. Dev, tetikte bekleyen bir tazı gibi tepesinde dikiliyordu. Ellerinden birini kaldırıp bir büyü yaptığında neredeyse yerinden sıçrayacaktı. Eğer eli biraz daha yaklaşsaydı, haydut hançerini çekip saldıracaktı.

Yeti büyüsünü tamamlayıp tüylü pençesinin üzerinde bir kâse oluşturduğunda üzerindeki gerginlik azaldı. Buzdan çerçeve neredeyse camdan yapılmış gibi görünüyordu, yaydığı soğuk hava malzemesinin tek kanıtıydı.

"Ziyaretçi, yemek?"

Tepegöz, kâseyi kabının içine daldırdı ve ona sundu. Kaptan yayılan kusmuk kokusu dikkatini içindeki tek büyük göze yöneltti; tüylü yaratığınkine şüpheli bir şekilde benzeyen bir gözdü bu.

Melez, kendi sağduyusuna rağmen reddetti ve olabildiğince sakin bir şekilde başını salladı. Bunun riskli olduğunu biliyordu. Tal'ihir'in kertenkeleadamları gibi daha az gelişmiş ama zeki olduğu varsayılan bazı ırklar arasında nezaketi reddetmek, açık düşmanlık ilan etmekten farksızdı. Ama Claire'in içini rahatlatan, ayıya benzeyen insansının bu felsefeyi benimsemiyor oluşuydu. Bir süre Claire'e şüpheyle baktı ama kısa süre sonra yumuşadı ve yahniyi kâseyle birlikte tencereye geri koydu.

"Ben, avcı. Sen ne?"

"Sadece geçiyordum."

"Buradan geçmek? Dağ, yok bir şey. Sadece Borrok olmak."

Öne doğru eğilip kollarını bacaklarının üzerine indirirken homurdandı.

"Buraya borroklar için geldim."

"Tamam. Ziyaretçi, borrok, öldür. Ziyaretçi, arkadaş."

Tek gözlü yaratık göz kapaklarıyla gülümsedi; hem üst hem de alt göz kapakları bir araya gelerek kısa, kalın bir U şeklinde yukarı doğru bir kavis oluşturdu. Claire bu hareketi tam olarak anlamamıştı ama dostça bir hareket olduğunu anlamıştı. Bir iç çekti, otorite becerisini etkinleştirdi ve his yavaşça parmak uçlarına geri dönerken bir yemek çağırdı.

Birbiri ardına tereddütlü ısırıklarla kızarmış kurbağa kanatlarına eşlik eden sebzeleri yemeye başladı. Tatsızlığı yüzünden yemek hâlâ iğrençti ama bayat ekmek onu kesmeyecekti. İçini ısıtacak güzel ve kızarmış bir şeye ihtiyacı vardı.

Yemek onu meşgul etse de dikkatini çekmekten çok uzaktı. Çok geçmeden devin tek gözünün kendisine sabitlendiğini fark etti.

Biraz ister mi? Güç büyücüsü bir kanadı alıp sunmadan önce tabakla tepegöz arasında bir bakış attı. Zaten yemeyeceğim.

Tek gözlü canavarın hediyeyi sevinçle kabul etmesini bekliyordu. Ama yanılmıştı. Gözleri kan çanağına dönerken, tek burun deliğinden gözle görülür bir şekilde hava püskürüyor, kürkünü tekmeliyordu; kendisi evden ne kadar uzaksa, o da mutluluktan o kadar uzaktı.

"Sen, özür dilemek!" diye hırladı. "Ben, avcı! Sen, ziyaretçi! Avcı, ben!"

Ona doğru tepinirken geri çekilmek için tabağı bırakmak zorunda kaldı. Aralarındaki hiçbir şey umrunda değildi. Bacaklarından biri tencereye çarparak onu kenara fırlattı ve içindekileri donmuş mağaranın her tarafına saçarken, diğeri de banklardan birini parçaladı. Çok geçmeden dev, Claire'ın sırtını duvara yaslamıştı. Uzun gövdesi aldığı her nefeste titriyordu. Büyük tüylü ellerini yumruk yapmış, ağzından köpük ve salya damlıyordu.

Onun nesi vardı?

Claire'in Yeti'yi neyin harekete geçirdiği konusunda hiçbir fikri yoktu ama adamın yarı anlaşılır saçmalıkları Claire'in araya girmesini ya da şüphelerini doğrulamasını zorlaştırıyordu.

"Hayır! Hayır, hayır, hayır! Avcı, sen değil! Avcı, ben!"

Ona doğru hamle yaptı ve güçlükle savuşturabildiği bir yumruk attı. Melez, gözlerini devirerek bacaklarının arasına daldı ve silahlarını çekti. Öyle ya da böyle, durum şiddete dönüşmüştü. Ama o bunu pek umursamıyordu.

Eğer yaratığın istediği şey bir kavgaysa, o zaman kavga tam olarak alacağı şeydi. Ne de olsa hâlâ onun postunu istiyordu.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR