Talihsizlikler Silsilesi

Çevirmen: Galen
Editör: YcD44
Cilt 1Bölüm 9: İlk Temas II

Yoldaşlarını susturduktan sonra, Niel birkaç saniye etrafını inceledi. Bir cehennem domuzunun yuvası tehlikeli bir yerdi ve ekibi çoktan bir ordunun dikkatini çekecek kadar gürültü çıkarmıştı bile. Tıpkı eski güzel günlerdeki gibi. Eric ve Meg hep böyle gevezeydiler ve Kayıp Kütüphane'nin Ayini de kişiliklerini neredeyse hiç etkilememişti. Geçmişte, üçlünün tüm üyeleri tedbirsizliklerini haklı çıkarmak için gereken güce sahipti fakat artık eski kurt değillerdi. Ayin, güçlerinin çoğunu almıştı.

Yetenek puanlarına hâlâ el sürülmemişti ve sınıf seviyeleri için şişirilmişti ama deneyimleri çoğu zaman aleyhlerine işliyordu. Süregelen alışkanlıkları artık yeni teçhizatlarına uygun değildi. Var olmayan bir oku bir silaha atmaya çalışmak yalnızca kendi kendine zarar vermeye yol açardı.

"Sanırım gitmiş."

Niel kalan gözünü kıstı. Üç ayıadamdan* en büyüğünün – dönüşen tek kişi – inin efendisinin uzakta olduğu sonucuna varması uzun bir zaman aldı. Kopardıkları tüm o yaygara yüzünden, yırtıcı yakınlarda olsaydı çoktan üzerlerine saldırmıştı bile. Bundan emindi ama yine de orada olmadığını doğrulamak için fazladan birkaç dakikaya gereksinim duydu. Etrafındaki her şeyi görme yeteneğinin kalıcı olarak kaybolması onun diken üstünde ve korkak olmasına yol açmıştı. Zaman zaman kendini annesiz bir enik gibi korkmuş, ürkek ve güçsüz hissediyordu.

"Bu çok fazla can almış. Muhtemelen elliye yakın," dedi Niel.

Bakışlarını canavarın kemik koleksiyonu üzerinde sabitledi. Ya da en azından denedi. Gözü koleksiyona odaklanmasını engelleyecek şekilde odayı taramaya devam ediyordu. Yanlış olan bir şeyler vardı. Domuzun avından geriye kalan iskelet kalıntıları oyuk boyunca saçılmıştı. Çoğu kan içici hınzır, eşyalarını bir köşeye tıkıştırıp saklamayı tercih ederdi.

"Elli mi?! Buradan çıkmamız gerek. Hemen!" Meg bağırdı.

Belli ki felç edici bir anksiyeteye sahip tek eski Cehennem Nişancısı Niel değildi. Meg kısa kılıcını çekmiş, girintiden geri geri çıkmaya başlamıştı. Asker olduğu zamanlardaki cesareti uçup gitmişti. Hâlâ iki yıl önceki gibi olsalardı, Niel bu tedirgin edici durumu bir şaka olarak görürdü. Yükselişinden birkaç seviye pısırık bir cehennem domuzu onlar için hiçbir şey değildi, tek bir okla halledilebilecek ufak bir zahmetti sadece. Ama şimdi meşhur keskin nişancı, kılıç kullanmada zavallı bir çıraktı. Ve bir daha asla yay kullanamayacaktı.

"Şimdi hangi önemsiz şey için canını sıkıyorsun, seni zavallı dangalak?"

Berserkerin aksine, grubun rahibi dilini tutmaya hiç de istekli değildi. O da sınıflarından vazgeçmeye zorlanmıştı ama bunu herkes kadar sert karşılamamıştı. Eric'e gelince, her şeyini kaybetmesi onun için sıradan bir olaydı; riskli kumarlara olan mahvedici bağımlılığı en basit deyimiyle endişe vericiydi.

"İkiniz de kesin artık şunu. Geri gelene kadar buradan gidersek bir sorun çıkmaz."

Neil domuzun koleksiyonunun üzerine kapanıp incelemeye koyulurken ikisinin de yüzüncü kez içlerine su serpti. Koleksiyonu ayıklayıp içinden seçmek istiyordu, seçmesi gerekiyordu. Gurd'un neyi var neyi yoksa hepsini almadığını doğrulamak için.

İşin tuhafı şu ki, çeşitli kalıntıları alıp incelemeye başladığında omurgasından yukarı bir ürperti yükseldi. Bu ürperti, Her şeyi Gören Gözü muhalif bir gözlemciyi veya düşman casusu yakaladığında hissettiği şeye benziyordu. Yeteneğin geri gelmiş olmasının imkânsız olduğunu biliyordu fakat ne olursa olsun dikkat kesildi ve çevresini inceledi, gözleri olabildiğince dikkatliydi.

"Sakin olun, sizi asalak tüylü tepegözler. Burada hiçbir bok yok."

O ve Meg, sıkıcı ve ruhani olan çeşitli kemikleri ayıklama görevinde en büyük ayıya katılırken, Eric güven verici bir şekilde onun sırtını sıvazladı.

"Sanırım bazı kerizler buna bulaşmayı denemiş." Eric arkadaşlarından birine hakaretler yağdırmadan hemen tekrar söze girdi. Nadir ama hoş bir olaydı. "Ve bunu başaralı da çok olmamış."

"Neden öyle dedin?" diye sordu Meg.

"Şuradaki sikik." Bir yumurta gözlünün ezilmiş kafatasını kaldırdı. "Hâlâ üzerinde duran et parçalarını görüyor musun?"

"Ne olmuş yani?" diye sordu Meg.

"Aptal dangalak." Eric kafatasını hafifçe ona doğru fırlattı. "Şu lanet olası kafanı kullan da düşün. Kaç tane cehennem domuzu yuvası talan ettik? Ve kaçının yuvasında et kalıntılı kemikler vardı?"

Daha temiz görünen başka bir kafatası aldı ve işaret parmağında döndürmeye başladı.

"Madem ki sordun, hiçbirinde." Meg kafatasına uzun uzun baktı ve önüne koydu.

"Hayhay, kendi boklarını temiz tutmaya bayılıyorlar. Bu ürpertici kıç koklayıcıların yükselirken nasıl kemik zırh kullanmaya başladıklarını biliyor musun? Bence bu yüzden." Eric kafatasını gözleri Meg'e bakacak şekilde yere koydu. "Birinin bokunu bu şekilde bırakmasının tek yolu, bahtsız bir aptalın onu yemek yerken kızdırmaya karar verip yuvasından çıkarmasıdır."

"Sence bunu yapan Gurdy mi?"

"Belki." Eric, Niel'e bir bakış attı. "İyi misin, tek göz? Sürtüğe açıklama yapmaya başladığımdan beri bir bok söylemedin."

"Sanırım Gurd'u buldum."

Üç ayıadamdan en büyüğü elini yüzüne kaldırarak başını yavaşça bir yandan diğer yana sallarken gözünü kapattı.

"Saçmalık. Bir duvara bakıyorsun ve ikimizde senin kör kıçının artık onları göremediğini biliyoruz."

"Orada. Köşede."

Bir çift protez gümüş köpek dişli bir ayıadam kafatasına işaret etti. Kendine has özelliğinden, sürülerinin liderine ait olduğu belliydi. Şimdi bir zamanlar hizmet ettiği krallık kadar bozguna uğramış bir şekilde hareketsiz yatıyordu.

"Hayır! Gurdy olamaz!"

Meg kafatasına doğru sendeledi ve kafatasını ellerinin arasına aldı. Yüz hatlarını incelerken neredeyse iki kere düşürüyordu. Titremesi Niel'inkinden bile fazlaydı. Ama ikisinin de dökecek göz yaşı kalmamıştı. Savaştan sonra olmazdı.

"Lanet olsun. İnanamıyorum. Yaşlı kaypak Gurdy kendini öldürtmüş."

Eric bile sarsılmıştı. Aralarından bir Llystletein sınıfının kilidini açabilen tek kişi Gurd olmuştu. Ve kaçabilme şansı varmış gibi görünen tek kişide oydu. Gorgonların** Kraliçesi'nin intikamını alma şansı olan da.

"Sanırım kampı burasıydı," Niel sakin bir sesle konuştu, "canavar ele geçirmeden önce."

Gözünün yakaladığı bir şeyi, çadırdan geriye kalan birkaç parça tahta ve tarumar edilmiş birkaç parça kumaşı ortaya çıkarmak için gelişigüzel yığılmış ceset yığınını bir kenara itti. Domuzun eseri olduğuna şüphe olmayan darmaduman edilmiş sandalye benzeri bir şey bile vardı. Materyali kaplayan kan kırmızısı lekeler, Niel'in Gurd'un ölümüyle bir ilgisi olduğundan şüphelenmesine yol açmıştı.

"Buradan siktir olup gitmeliyiz, hemen," dedi Eric, ekip üyelerinin buz kesildiklerini gördüğünde. "Götümüzü kurtarıp hisara döndüğümüzde onu toprağa verebiliriz."

"Evet… Tamam. Hadi." Niel birkaç derin nefes aldıktan sonra bir elini Meg'in omzuna koydu. "En iyimiz oydu, Meg. Onun işini bitiren bir şeyi öldürmek bizi aşar."

Ekibin tek kadın üyesi, yavaşça kafasıyla onaylayarak arkasını döndü. Kafası hâlâ dumanlıydı ve tüm vücudu titriyordu. Kadının üzüntüsünü paylaşıyordu. Lanet olsun, Eric bile onunla empati kuruyordu. Önceki serseri, ölü arkadaşlarından her zamanki gibi kaba takma adlarla bahsetmekten kaçınmıştı. Ve adamın daha önce böyle bir şey yaptığı hiç görülmemişti.

"Tamam, kahretsin, öyle olsun hanımefendi." Yüzündeki ifadeyi gören Eric iç çekti. "Eğer onun işini bitiren şu sikiğin peşini bırakacağımız için bu kadar kötü hissediyorsan, o zaman bizde en azından dikenli pisliğin yükselişini geciktirebiliriz. Bu yaşlı Gurd'u geri getirmeyecektir ama yine de onu can evinden vuracaktır."

"Bu on ila on beş dakika daha burada kalacağız demek. Riskli ama ben varım," dedi Niel.

"Bende," diye fısıldadı Meg.

"O zaman tüm bu bokları toparlamama yardım edin. Ve hızlı olun, işimiz biter bitmez gitmeliyiz."

Üçlü, Gurd'un iskeleti olarak tanımladıkları şey hariç her şeyi yığına koymak için birkaç dakika harcadı. Açıkça ona ait olan kemikleri, Niel yığına koymak yerine korumak için sırt çantasına koydu.

İşleri bittiğinde, geri çıktılar ve Eric'in büyüsünü yapmasına izin verdiler. Baya baya büyü. Rahip, kemikli maddeyi ateşe vermek için Tanrısının ilahi gücünü çağırdı.

Bu hareket Niel'in bir kez daha ürpermesine neden oldu. İzlendiklerine neredeyse ikna olmuştu. Ama etrafına ne kadar bakarsa baksın, hiçbir şey bulamamıştı. Sonunda, bu duyguyu defetti. Zihninin ona oynadığı oyunlarla ilgilenecek havada değildi.

___

Claire sinirlenmişti. Yabancılar, ne sebeple olursa olsun, kemik koleksiyonunu yok etmeyi seçmişlerdi. Tam olarak onun olmayabilirdi ve neredeyse onunla işi bitmişti fakat bu, kaybı hakkında daha iyi hissetmesini sağlamıyordu. Ona göre hâlâ hak sahibiydi. Ne de olsa eski sahibini öldüren oydu.

"En azından onlardan önce geldim," diye düşündü, yeni elde ettiği kemik sopasını daha da sıkı kavrarken.

Beklediğinin aksine, grubun üç üyesi de aynı ırktandı. Ayıadamları ilk defa görüyor olsa da onları hemen tanımıştı. Tıpkı diğer beastkinlerin çoğu gibi insan biçimindeydiler ve insansı bir vücut planına sahiptiler. Yuvarlak kulakları ve kalın, tüylü kolları tanımlayıcı özellikleriydi. İkinci özellikleri çok daha kolay tanınabilirdi. Pençeleri, daha insansı formlarında bile vardı ve bunun sonucu, ırk çapında bir maharet kaybı olmuştu. Karşılığında, birçok ozanın şarkısında iyice belgelenmiş bir özellik olan yetişkin bir erkeğin omurgasını tek elle kırabilecek bir güç kazanmışlardı. Diğer iyi bilenen ırksal özelliklerinden bir diğer ise, daha büyük bir güç ve enerjiye sahip iri yarı ayımsı canavara dönüşebilme yetenekleriydi. Uyku ve beslenme ihtiyacını arttırdığı için çoğu, savaş dışında dönüşmekten kaçınırdı fakat besbelli ki grubun en büyük üyesi bu özel zayıflığı pek umursamıyordu. Onu ilk fark edişinden bu yana boz ayı formundaydı. İz sürme yeteneği onu canavar adamın bin pounddan*** çok daha ağır olduğuna ikna etmişti. O kadar hantaldı ki, muhtemelen sadece ağırlığıyla bile onu ezebilirdi.

Diğer ikisi de daha az korkutucu değildi. Kadın, boyu kadar cüssesi de olan birine göre ayakları üzerinde çok hafifti. Sezgileri aksini iddia etse de elleri ve ayakları vücudunun saf kastan yapıldığını düşündürüyor gibiydi. İyi tarif edilmiş kolları ve bacakları, fahiş genişliğinin sadece sofradaki ölçüsüz öğünlerinden kaynaklanmadığını kanıtlıyordu.

Son olarak, sürekli bir sinirlilik hâlindeymiş gibi görünen adam vardı. Şımarık bir büyüyle kaynak havuzunu yakarak, Claire'in tüm izlerini silebilecek kadar güçlü olduğunu ispatlamıştı ve tıraşlı kafası, uzun boyun sakalı ve çıldırmış bakışlarının birleşimi, onun bu teoriyi test etme fikrine karşı gelmeyeceğine inanmasına sebep olmuştu.

Yine de sırf saf kini yüzünden onlara saldırma fikriyle avunacak kadar kızmıştı, ki bu en büyük adamın reflekslerini tetiklemiş gibi görünüp canının sıkılmasına sebep olmuştu. Her iki durumda da onu fark edememişti fakat etrafa bakınmaya başlaması, en azından düşmanca niyetlerinin farkına vardığını gösteriyordu. Grubun ziyareti boyunca görülmediği için kendini şanslı sayıyordu.

Grubun gidişiyle bir dizi seçenek gelmişti. Anında aklına gelen fikir kendini açığa çıkarmaktı ama hiç düşünmeden bu fikri aklından kovdu. Açıkça düşman olacak gibi görünmeseler de potansiyel olarak kendini tehlikeye atmadan onlara yaklaşamayacak kadar çok bilinmeyen olduğunu biliyordu. Dolayısıyla, sadece iki gerçek fikir vardı, takip etmek ya da kendi işine bakmak. Ve sonuncusu açık ara kazanmıştı.

Onları takip etmek hem uygulanabilir bir seçim gibi görünüyordu, hem de aptalcaydı. Niel adındaki adam sonsuza kadar gizli kalamayacağı kadar zeki olduğunu kanıtlamıştı ve yüz yüze bir karşılaşmaya katiyen hazır değildi. Sebebi sabit ve basitti: dış görünüşü. Melez olmasının annesi gibi dolgun, güzel bir kuyruğu ya da babasınınki gibi kalın, belirgin bacakları olmadığı anlamına gelmediğini bilse de yine de kendini her hâliyle güzel bir genç kızmış gibi hissediyordu. Birkaç pulu, mavinin güzel bir tonunda parıldıyordu ve kulakları hem düzgün şekilli hem de iyi donanımlıydı. Kulakları, onları her sallayışında omuzlarına değecek kadar uzundu. Bir grup kabadayıyla baş başayken görmeyi hiç istemediği kıskançlık ve tutku dolu bakışları üzerine çektiklerinin gayet de farkındaydı.

Eskiden Claire, cazibesinin açıkça bir avantaj olduğunu düşünüyordu. Ama şimdi, bu inancının haklılığını sorgulamaya başlamıştı. Ne söylerse söylesin, maceracılar onu akıllı bir şekil değiştiriciden başka bir şey olarak görmeyeceklerdi. Daha da kötüsü, ona inansalar bile güvende olacağı garanti değildi. Zihnindeki ruhun, büyülü kutusundaki kedi kıza umutsuzca yapmayı istediği şeyi, grubun ona yapma olasılığının daha yüksek olmasından korkuyordu. Ve nedense, bu ters gidebilecek birkaç şeyden sadece biriydi. Melezlerden tiksinenler tarafından gözetlenmenin nasıl bir şey olduğunu biliyordu. Malikanenin tüm ziyaretçileri ona saygıyla yaklaşmamıştı, hem de mevkisine rağmen. Üçlünün onun kirli mirasını gördükten sonra ondan kurtulmak istemeleri mümkündü.

Yine de içinde hisara karşı inanılmaz bir merak uyanmıştı. Hisardan bahsetmeleri, aklına bir kalenin veyahut da bir şekilde on binlerce kişiyi istediği bilinen bir zindanda kendini kurmayı başaran bir uygarlığın görüntüsünü getirmişti. Yerleşim tarihine en ufak bir ilgisi yoktu ama böyle bir yeri keşfetme düşüncesi içini merakla doldurmuştu. Bu, kendini tehlikeye atması anlamına gelse de bunu araştırmak için içinde inanılmaz bir istek vardı.

Birkaç dakikalık içsel tartışmanın ardından, Claire'in daha iyi olan yargısı galip geldi. Grubun hareket ettiği yönü zihnine not etti, sonra arkasını döndü ve diğer yöne yöneldi.

Hisarı kontrol etmek gündeminin bir köşesinde yerini almıştı. Ama önce, kendi güvenliğini sağlama alacak kadar güçlenmesi gerekiyordu.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR