Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 112: Altın Bayrak

Yürüdükçe tedirginliğim de artıyordu. Şimdiye kadar bir şeylerin ters gittiği açıktı. Etrafta amaçsızca dolaşmamızı bekliyorlarsa, neden bizim için herhangi bir tuzak kurmadıklarını merak ediyordum. Özellikle, doğrudan yarık bağlayıcısına giden yol, oldukça düz bir yönde yaklaşmamızı engellemek için daha fazla korunuyor olmalıydı.

Neden kimse bizi durdurmaya çalışmıyordu? Pusuda bekleyen tehlikeden bahsederken tüm duyularım karıncalanıyor gibiydi. En kötüsünden korktuğum için sinirlerim bana oyun mu oynuyordu? Yoksa endişelerimde gerçekten haklı mıydım?

Bence düşüncelerinde haklısın, zavallı şey. Etrafımıza bir bak. Gözetleme kuleleri bile tamamen terk edilmiş. Hasar görmüş ya da saldırıya uğramış gibi görünmüyorlar. Daha çok birileri görev yerlerini terk etmiş gibi, kasten ya da zorla.

Zorla mı? Tek kaşımı kaldırdım. Neden bu yaratıkları yerlerini terk etmeye zorlayan bir şey olsundu ki? Aslında buna inanmak için hiçbir sebep yoktu ama Tarask hemen bundan bahsetmişti. Benden bir şey mi saklıyorsun? diye sordum.

Bir şey sakladığım falan yok Duncan, diye cevap verdi Tarask, derin bir hırıltıyla. Henüz söyleyemem. Ama o yapıları terk etmeleri için aklıma gelen iki neden var. Hava bugünkü kadar açık olduğu sürece oradan bizi kolayca vurabilirlerdi.

Yani, görüşlerinin kısıtlı olması yüzünden değildi, ki bu da gözetleme kulesini zaten işe yaramaz hale getirecekti. Önümüzde doğal bir kar sınırı oluşturan donmuş tepeleri geçip bunlardan birine tırmanmaya başladığımızda midemde bir düğüm oluştu. Etrafta dolaşmıyor olsak bile, birikmiş karın içine bu kadar derin basmak yine de yorucuydu. Çok uzun süre dolaşmamıştık ama yine de vücudumdaki farkı hissediyordum.

Tepenin zirvesine ulaştığımızda, tepenin arkasındaki donmuş alana bakabildik. Uzakta bizi bekleyen bir kale gördüm. Yüksek duvarlar, insanların duvarlara tırmanmayı deneyememesi için bilinçli olarak şekillendirilmiş gibi görünen güçlü buzdan çivilerle kaplıydı.

Her biri yeterince ince, bu yüzden biri onları merdiven olarak kullanmaya çalışırsa kırılırlar, ancak temas ettikleri takdirde bir vücudu delip geçecek kadar güçlüdürler. Bazen eğitilemeyeceklerini düşündükleri köleleri de duvarın üzerinden atarlar. Korku salmak, birçok kişiyi boyun eğdirmek için oldukça etkili bir yoldur, diye açıklamada bulundu Tarask.

Onlarla ilk karşılaşmamızdan sonra bunu hayal etmek zor değildi. Peki, içeride onları satacak birilerinin olmasını beklemeli miyiz? Kaleye bir göz attım ama surların üstü kapalı olduğu için askerlerin devriye gezip gezmediğini anlayamadım. Bu mesafeden balistrariaları* olup olmadığını bile anlayamıyordum ama muhtemelen olmasını beklemek daha akıllıcaydı.

Bilmiyorum. Son satılışlarına bağlı. Sadece kendileri için minimum hizmetkâr tutuyorlar, diğer tüm kaynaklar diğer krallıklara satılıyor. Yani, ya zalim bir kaderi bekleyen yeni bir grup var ya da sadece kendileri için tuttukları son insanlar. İnsan mı yoksa başka bir tür mü olduğunu bile söyleyemem. Belki yaklaşırsak anlayabilirim.

Yaklaşmak başlı başına bir sorundu. Kalenin etrafındaki tüm alan net bir şekilde görülebiliyordu. Muhafızlarının donanımına bağlı olarak, bizi duvardan çoktan fark etmiş olabilirlerdi.

Greg, "Onlara gizlice yaklaşabilecekmişiz gibi görünmüyor," dedi ve Lei'ye dönerek iç geçirdi. "Yarık bağlayıcısı kalede mi?"

"Korkarım öyle," diye ekledi Lei başını sallayarak. "Oraya ulaşmak için içeri girmeyi deneyebiliriz ama dediğin gibi bizi çoktan fark etmişlerdir. Yani onları şaşırtmak imkânsız. Sayılarına bağlı olarak işler zorlaşabilir."

İşlerin nasıl sonuçlanacağını bilmemizin hiçbir yolu yoktu. Yine de başka seçeneğimiz de yoktu. Tek çıkış yolumuz o kalenin içinde bizi bekliyordu. "Ne yapmalıyız?" diye sordum diğerlerine, tepkilerini izleyerek.

"Bilmiyorum. Fark edilmekten kaçınma şansımız yoksa, muhtemelen en iyisi dikkatlice yaklaşmak ve tepkilerini değerlendirmek olacaktır. Belki de…" diye sözünü kesti Greg, kalenin kapısı bizim için gözle görülür bir şekilde açılırken. Yapıdan tek bir kişi çıktı ve havada daire çizdiği altın bir bayrağı tıslayarak kaldırdı, böylece bizim için görünür hale geldi.

"Bunun anlamı ne?" diye sordum ve bakışlarımı Lei'ye çevirdim.

"Grubumuzla elçileri arasında bir konuşma yapılmasını istiyorlar. Altın bayrak, krallıklarda uzun zamandan beri kullanılan, konuşmaya hazır olunduğuna dair bir işarettir," dedi.

Ancak bu mutlaka doğru olduğu anlamına gelmez. Bizi belli bir noktaya çekmeye çalışırlarken kullandıkları dikkat dağıtıcı bir durumla karşı karşıya olabiliriz. Daha fazla yaklaşmadan kalenin birkaç metre önünde nasıl durduğunu görüyor musun? Kendini güvende tutmak için bizim tepkimizi mi değerlendiriyor yoksa bizi belirli bir noktaya mı çekmeye çalışıyor söyleyemeyiz, diye ekledi Tarask.

"Siz ne düşünüyorsunuz? Ona saldırmalı mıyız yoksa saldırmamalı mıyız?" diye sordum. Buradaki herhangi bir şeyin güvenli sayılabileceğinden şüpheliydim ama cevaplanmamış o kadar çok soru vardı ki. Neden kendi insanlarından birini riske atma zahmetine girsinlerdi ki? Ne de olsa biz kendi başımıza kaleye çıkana kadar bekleyebilirlerdi.

"Bunun bir tuzak olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu Greg, Lei'ye.

"Bu mesafeden bir şey söyleyemem ama yaklaştığımızda herhangi bir art niyet sezersem söyleyebilirim. Olası tuzakları göz önünde bulundurarak neyin peşinde olduklarını görelim," diye yanıtladı Lei.

"Pekâlâ o zaman." Greg bize döndü ve başını yukarı aşağı salladı. "Silahlarınızı hazır tutun ama bir şey yapmadıkları sürece saldırmayın. Onlarla çatışmaya girmeden bu sorunu çözebilme şansımızı boşa harcamayalım."

Bunun mümkün olacağından şüpheliydim, yine de grubumuz harekete geçmeden önce herkes gibi ben de başımı salladım.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR