Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 26: Bir Rüya Daha

Acı bedenimi ele geçirmişti. Kendimi zorlayarak aldığım her nefeste acı çekiyordum. Ölmek daha kolay olurdu. Bu dehşet verici varoluşta rahatlatıcı son bir dinlenme… Fakat pes etmeyi reddettim. Teslim olmayı reddettim. Teslim olmak istemediğim şey neydi?

Görüşüm ilk başta bulanıktı fakat bir yabancının siluetini seçene dek yavaş yavaş düzelmeye başladı. Öfke zihnimi ele geçirdi. Onun merhametine kaldığımı düşünmek bile tam bir rezaletti!

Yüz hatlarını yakından inceledim. Kaymaktaşından teni o kadar parlaktı ki gözümü alıyordu. Kıvırcık saçları mavinin soğuk bir tonuydu, sanki gökyüzü onun üzerine uzanmaya karar vermiş de boynundan ve omuzlarından aşağı dökülüyor gibiydi. Benden bir baş daha küçüktü, eğer onu daha yakından ölçme şansım olsaydı, belki de bir buçuk derdim.

Vücudu tecrübeli bir dövüşçüye aitti. Üzerindeki tek bir kas bile yeterince işlevsel değildi. Pek çok kişi, belirli kas gruplarını somut olarak nasıl kullanacaklarını düşünmeden geliştiriyordu. Vücudu açıkça savaşta kullanılmaktan dolayı şekillenmişti. Amatör ya da kibirli biri değildi. Yüzünü dövüşlerden hatırlıyordum. Savaş alanında dans ediyor, bir düzine yoldaşımı öldürüyordu.

Bu Coraslara ve yeteneklerine lanet olsun. Bana yakın değildi ama yine de gücünün odaya sızdığını ve acımı hafiflettiğini hissediyordum. Bana bilerek yardım ettiğinden değildi. Sadece oradaydı, etkilerini üstümde zorluyordu! Onun yardımını ya da acımasını istemiyordum. Onun lanet kellesini almak ve boğazını kesip parçalamak istiyordum!

Bir dakika. Coras neydi? Dudaklarım ayrılmadan önce sadece merak etme şansım oldu. Dudaklarımdan çıkan kasvetli ses bana ait değildi.

"Beni neden kurtardın?" Bandajlandığımı ve bir yatağa götürüldüğümü fark ettim. Başka bir açıklaması yoktu. Beni savaş alanından alan kişi o olmalıydı. Ama neden? Beni neden hayatta tutmuştu? İstediği şey beni daha da mı fazla rezil etmekti? "Bana sırtını döndüğünde seni öldüreceğimden korkmuyor musun?"

Kristal mavisi gözleri bana odaklandı. Sanki benimle alay etmeye kararlıymış gibi kıkırdadı.

"Beni öldürecek durumda değilsin. Ve ölüyordun. Yani, neden seni kurtarmayayım ki?" Anlayamadığım bir şekilde bana gülümsedi. O lanet kafasının içinde neler dönüyordu?

"Belki bu halimle seni öldüremem. Ama bir gün seni öldüreceğim. Seni ve senin türünden olan herkesi." Yüzüne tükürmeye çalıştım fakat sanki bir dansa başlıyormuş gibi sola doğru zarif bir hareketle saldırıyı savuşturdu.

"En iyi durumda olsan bile beni öldüremezsin. Ama eğer senin varlığın yüzünden kendimi tehdit altında hissedeceğim bir gün gelirse, o zaman seni kolayca öldürürüm." Gülümsemesi daha sıcaktı ve kendimi daha da küçümsenmiş hissettim. Beni bir tehdit olarak bile görmüyordu. Bu küstahlığı onun çöküşüne dönüştüreceğimden emindim!

"Bunun dışında", yatağa doğru ilerledi ve yanıma oturdu, "kızman gereken benden başka biri değil mi? Seni savaş alanında ölüme terk eden ben değildim."

Dişlerimi ve yumruklarımı sıktım. Bana söylemesine gerek yoktu. Klanımın yükselişine hizmet edecek kadar güçlü olmadığım anda beni bir kenara attıklarını anlamıştım. Ama onu öldürmeyi ve gücünü ele geçirmeyi başarırsam, her şey anında değişecekti. Ve işte oradaydı. Kibirli bir şekilde ona asla felaket getiremeyeceğime inanıyordu. Aptalca bir şekilde kendini haklı görerek düşmanının hayatını kurtarıyordu. Ya da onlar gibi bir varlığı harekete geçiren her neyse.

"Ne olmuş yani? Halkın beni neredeyse öldürüyordu, bir de beni kurtardığın için sana teşekkür etmemi mi bekliyorsun?" Asla. Onlardan herhangi birine teşekkür etmektense dilimi kesmeyi tercih ederdim.

"Ah, hayır. Güçlerimizi almak için bize saldıranın sen olmasına rağmen, değil mi?" Başını hafifçe sağa eğdi ve bana doğru eğildi. "Ama başka seçeneğin yoktu, yanılıyor muyum?"

Yoktu. Ama bunu ona itiraf etmek niyetinde değildim. Neden edeyim ki? Bir düşmana zayıflık göstermek öldürülmek için mükemmel bir yoldu.

"Cevap vermene gerek yok, sorun değil. Ama iyileştikten sonra hayatında bundan böyle ne yapmak istediğini düşünmeni istiyorum. Geri dönemezsin, öyle değil mi?" Sanki her an tasmasını çıkarabilecek vahşi bir canavarla konuşuyormuşçasına bu sözleri bana doğru fısıldadı. Yine de gerçeklerden o kadar da uzak değildi.

"Neden umurunda olsun ki? Senin merhametine ihtiyacım yok. Yürüyebildiğim anda siz piçlerden uzaklaşacağım."

İşte yine aynısını yaptı. Sanki tüm gücüyle benimle alay etmek istiyormuş gibi kıkırdamasıyla birlikte sinir bozucu sıcak gülümsemesi. "Eh, benim için sorun değil. Ama asla sana merhamet ya da acıma teklif etmek niyetinde değildim."

Ne olmuş yani? Bu iyiliğe karşılık vermemi mi istiyordu? Verecektim. Tam kalbine bir hançer saplayarak, böylece gözlerindeki ışığın yok oluşunu izleyebilirdim. "Ne istiyorsun? Neden yaralı bir Nefaras'ı kurtarma zahmetine girdin?"

Bir dakika. Nefaras mı? Bu terimi daha önce duymuştum fakat düşüncelerimi odaklayamıyordum. Çılgınca dönmeye devam ettiler, ona doğru çekildiler. Sanki yerçekimi varlığımı onun avuçlarının içine çekmiş gibi. Bu yüzden ondan daha da nefret ediyordum.

"Sizi savaş alanında dövüşürken gördüm. Çoğunuz savaşta sadece kendinize odaklanmış durumdaydınız. Ama sen farklıydın. Yoldaşlarını kolluyordun. Bu yüzden sana basit bir soru soracağım Nefaras. İstediğin şekilde cevap vermekte özgürsün. En azından yapabildiğin zaman." Bana doğru daha da eğildiğinde, kokusu üzerime hücum etti. Yasak meyve avcıyı baştan çıkararak kontrolün kendisinde olduğunu düşünmesini sağlıyordu. "Korumam olmayı düşünür müsün?"

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR