Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 27: Onun Rüyası mı Yoksa Benimki mi

Gözlerim açıldı ve hâlâ oteldeki yatakta olduğumu fark ettim. Tarask'la tanıştığımdan beri ikinci kez bir rüya görmüştüm ama şimdi bu rüyanın benim olmadığından emindim. Belki de bir rüya bile değildi, onun benimle birleşen uzak bir anısıydı?

Varlığına dair bir şey hissedemiyordum bile, sanki tek bir ihanet hissini bile sezemeyeceğimden emin olmak için kendini bir duvarla çevrelemişti. Sadece bu yaptığı ve sessizliği bile bana bunu göstermeye hiç niyeti olmadığını kanıtlamaya yetiyordu. Rüyadaki kimdi? Bunların herhangi biri gerçekten yaşanmış mıydı?

Tarask'a sorabilecek olsam da denemekten kaçındım. Kendisiyle ilgili her türlü bilgiyi o kadar sıkı koruyordu ki zaten bana asla cevap vermezdi. Bakışlarım pencerelere doğru kayarken güneşin batmakta olduğunu fark ettim. Neredeyse bir gün boyunca uyumuş muydum?

Tarask'ın sessizliğini korumasını fırsat bilerek üzerimi değiştirdim ve dün geceden kalan pizzayı mideye indirdim. Ben otel odasından çıkarken dili çözüldü.

Doğru soruları sorma zamanı. Belki ikimiz de aradığımız cevapları alırız.

Bundan o kadar emin değildim fakat daha fazla tartışmak, sadece zaman kaybına neden olacaktı. Bu yüzden soru soracağımız ilk adamı bulmak için yola koyulduk. Yolda durup daha sonra işimize yarayacağı kesin olan bazı hazırlıklar yaptım.

Londra'daki İYS bürolarını bulmak zor bir iş değildi. Şehirde üç tane olduğunu biliyordum, İngiltere'nin ana ofisi şehrin ortasındaydı. Oradaki güvenlik yüksekti, bu yüzden ana departmana gitmek aptalca bir fikirdi. Yan ofislerden herhangi birinin bu konuda bilgi sahibi olup olmadığını bilme şansım olmasa da bir yerden başlamam gerekiyordu.

Tarask seçimimden memnun görünüyordu ya da en azından benim harekete geçmemden. Hedefimi, ofis girişine yakın bir ağacın altında bekledim. Çok fazla şüphe uyandırmamak için ağacın gövdesine yaslandım ve başka bir şeye odaklanmışım gibi akıllı telefonumda gezindim.

Çoğu insan benimle ilgilenmezdi bile. Baksalar bile, kendi sorunlarına dönmeden önce tek bir bakış atmakla yetinirlerdi. Kimse burada bir yetkilinin peşine düşülmesini beklemezdi. Öbür türlü, benden şüphelenenler binanın içindeki iki koruma olurdu. Bu yüzden muhtemelen birini beklediğimi düşünüyorlardı. Tabii umurlarındaysa.

Beklediğim adam kırklı yaşlarının sonlarındaydı. Saçları yer yer ağarmıştı ve eğer kendisi de bir yarık gezgini olarak çalıştıysa, ki bundan şüpheliydim, bir süre önce en iyi halini kaybetmişti. Takım elbisesi küçük bir göbeği maskelemeye yetmiyordu. Eh, kaçamayacağını bilmek dışında bu, pek de umurumda değildi.

Avımı beklemek garip bir duyguydu. Daha önce hiç böyle avlanmamış olsam da sanki temellerini uzun zaman önce atmışım gibi bana çok doğal geliyordu. Tarask'ın etkisi miydi? Muhtemelen.

Adamın kokusu son karşılaştığım kadar çekici değildi. Bana daha çok birinin sıcak yaz güneşinde unuttuğu bir parça peyniri hatırlatıyordu. Gerçekten mecbur kalsaydınız yine de yiyebilirdiniz fakat aklı başında hiçbir insan bunu yapmak istemezdi.

Onu takip etmek endişe verici derecede kolaydı. Kokusuna odaklandıktan sonra izini yakalamakta hiç zorlanmadım. Onu resmi otoparka kadar takip edemezdim ama buna gerek de yoktu. Tek yapmam gereken çıkışın yanında beklemekti. Arabası park alanını yoldan ayıran kollu bariyere doğru ilerlerken, arka koltuğun kapısını açtım ve arabaya atladım.

"Kımıldama." Adamın daha fazla tepki vermesine fırsat vermeden metal namluyu kafasına dayadım. "Aptalca bir şey yapmaya kalkarsan seni öldürürüm. Dediğimi anladıysan, ellerini direksiyona götür ve hiçbir şey olmamış gibi park yerinden çık."

Emrimi yerine getirirken ellerinin titrediğini gördüm. Arkadaşlarımın başına gelenlerden sonra, öfkem ona çok fazla merhamet duymamı engelliyordu. Olaya karışıp karışmadığını ya da onları kurban etmeye karar veren kişi olup olmadığını bilmiyordum fakat o da bu insanların bir parçasıydı. Şu anda, bunu bilmek kendime karşı eylemlerimi haklı çıkarmak için yeterliydi.

"Lütfen, bir karım ve iki küçük çocuğum var." Sesi alçaktı, sanki iznim olmadan daha yüksek sesle konuşursa beni kızdırmaktan korkuyormuş gibiydi. İşte oradaydı. Sanki özel bir şeymiş gibi hayatı için yalvarıyordu. Sanki bu gece hayatta kalmaya hakkı varmış gibi.

"Diğer insanların da ailesi ve arkadaşları var." Kendimi sakinleştirmem gerekiyordu. Duygularımın beni ele geçirmesine izin verirsem bu durumun nasıl gelişeceğini kim bilebilirdi? Takımımdan kurtulma işine karışmış olsa bile bundan emin değildim ve bir katil olmak istemiyordum. Ellerimde zaten yeterince insanın kanı vardı. "Eğer talimatlarımı eksiksiz yerine getirirsen, onları tekrar göreceksin."

Yutkunduğunu, direksiyonu daha da sıkı kavradığını gördüm. Sözlerime inanmak istiyordu ancak aynı zamanda bunların bir tuzak olabileceğini de hissetmiş olmalıydı. Onu sakinleştirmek için bir tuzak, böylece onunla daha kolay başa çıkabilecektim.

"Sana söylediğim gibi yoldan çık. Gideceğimiz yere vardığımızda sana bazı sorularım olacak," diye açıkladım. "Onları cevaplarsan gitmekte özgür olacaksın. Sakın şüpheli bir şey yapmaya kalkma ve dikiz aynasına bakma." İmkânı olmadığından zaten beni tanıyamazdı, kimliğimi gizlemek istediğim izlenimini vermeliydim. Ama kendim için değil. Görülmek istemediğimi ve yüzümü görmediğini bilerek, geceyi atlatmak için umut beslemeliydi.

Arabayı, akşamları ıssız olan bir parkın yakınındaki bir otoparka ulaşana kadar onu zorladığım yoldan sürdü. Çoğu insan buraya gün ortasında geliyordu, bu yüzden kesintisiz bir şekilde konuşabilirdik. Bu cevaplara feci şekilde ihtiyacım vardı.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR