Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 3: Başka Bir Yarık Ortaya Çıkıyor

"Duncan, uyan, kalkacak mısın artık? Çağrı cihazını duymuyor musun?"

Büyük bir el, bir tepki almak amacıyla omzuma hafifçe vurdu. Müziği kapatarak kulaklıklarımı masaya koydum ve esneyerek masamdan kalktım.

Beni uyandıran adam, atandığım yarık gezgini birliğinin lideri Greg'di. Fiziğine imrenilen dağ gibi bir adamdı ama dürüst olmak gerekirse bence en güçlü yanı vücut yapısı değil, sesini dinlediği kalbiydi. Hiç uyuyakaldığınız için kahvaltı edemediğiniz ve öğle yemeği hazırlamaya fırsat bulamadığınız oldu mu? Ne zaman böyle bir şey yaşansa, Greg kendi yemeğini başkasına veren kişiydi.

Bu kadarla da kalmazdı. Taşınıyor olmanız, evcil hayvanınızla ilgili bir sıkıntı yaşamanız ya da aklınıza her ne gelirse fark etmez. Greg yardımınıza ilk koşan ve en son ayrılan kişidir. Kahretsin, organını bağışlasa ve bana söylemese şaşırmazdım.

Siyah saçlarını ordu saç stiline göre tıraş etmese, muhtemelen yaradılışı ve her zaman sıcak bir renkle parıldayan yeşil gözleri sayesinde kadınlar arasında daha popüler olurdu. O etraftayken odadaki herkes daha sıcak hissetmeye başlar. Bilirsiniz, sizi rahat hissettiren, yanan şöminenin sıcaklığı gibi.

"Üzgünüm, Greg. Son raporu doldurmak, hepimiz için sonsuzluk kadar uzun sürdü. Müzikle uyanık kalmaya çalışırken uyuyakalmış olmalıyım." Doğruyu söylemek gerekirse, ne kadar istesem de artık yorgun hissetmiyorum. Diğerlerinin yorgunluğunu tedavi etme yeteneğine sahip olduğumda, nedense benim de uykuya olan ihtiyacım azaldı.

Eğer on yıl önce birisi bana gelip günde üç veya dört saat uyuyup uyumayacağımı sorsaydı 'Çok iyi' diye bağırırdım. Son günlerde durum değişti. Uyuma ve rüya görme şansım yok. Şimdi ne zaman gözlerimi kapatsam, başka bir sabahla solup gidecek olan hiçlikten başka bir şey yok.

Yorgun bedenimi esneterek masadan kalktım. "Yani, çağrı cihazı mı çaldı dedin? Nereye çağrıldık?"

"Görünüşe göre Greenwich Parkı'nda bir yarık ortaya çıkacak."

"Pekâlâ, en azından başka bir savaşı beklerken biraz temiz hava alabiliriz."

Cephaneliğe doğru yürürken gülerek omuz silktim. Böyle şeyler benim için çoktan bir rutin haline gelmişti.

"Kalkanını falan mı parlattın?" Bakışlarım parlak şeye takılınca merak ettim. Cidden, ne gereği vardı ki? Bunun parlaklığının bir gün bile dayanmayacağı kesindi ama Greg yine de temizlemişti. "Öldürecek vaktin varsa, neden arşivi ayıklamıyorsun?"

"Vakit öldürmekle alakası yok hani." Somurttu. "Bu hazırlıkla alakalı. Bir süre ortalarda görünmediğimizde sinirlerimi yatıştırmamda yardımcı oluyor. Diğer çağırının ne zaman geleceğini asla kestiremezsin."

"Biliyorum," diye cevapladım. "Ama size takılmak da benim sinirlerimi yatıştırmama yardımcı oluyor."

"Asla değişmeyeceksin, değil mi, Bay Alaycı?" Dikkatimi çeken Pam'in sesiydi.

Buraya ne zaman gelmişti. Ara sıra, başka bir insanoğlunun nasıl bu kadar sessiz hareket edebildiğini merak ediyordum. Özellikle yerde gürültü çıkarması gereken ağır botlarla.

Pam birçok bakımdan doğal afet olarak anılmayı hak ediyordu. Yalnızca savaşta alev toplarını ustaca kullanması ya da aptallarla nasıl etkili biçimde başa çıkacağını bilmesi yüzünden değil. Bir şekilde bu kadın, her zaman insanlardan yakınmanın bir yolunu bulurdu, fırsat verdiklerinde onları laf dalaşına sürüklerdi.

Kızıl bukleleri ve buz mavisi bakışları, güçlü tavrında zarifçe birleşiyordu. Göze çarpan bir makyajla gizlemeye çalıştığı çilleri olmasaydı, duruşu bazı askerleri derinden sarsabilirdi. Yine de ne zaman makyajın altındaki yüzünü bir anlığına görerek, çilleri yüzünden onun sevimli olduğunu iddia eden aptalları seyretmek eğlenceliydi. Her gün, sevimli küçük prensesin göz açıp kapayıncaya kadar keskin dilli bir canavara dönüşebileceğini fark ettiklerindeki korkularından zevk almayı çok isterdim.

Pekâlâ, beyler. Asla alevini elleri ve diliyle ustaca kullanan bir kadına bulaşmayın.

"Suçluyum, Bayan Ateşböceği. İşe koyulduğunuzu gördüğüme memnun oldum."

"Vaktimizi en sevdiğin masanla kucaklaşmaya harcamasaydın, sen de aynı durumda olurdun." Bilerek bana sırıttı. "Charles arabayı çalıştırmak için otoparka gitti bile. O yüzden kımıldayın."

Onaylayarak başımı salladım, hazırlanmak için giysime ve asama uzandım.

Şimdiye dek kullandığımız çoğu ekipman, yarıklarda bulduğumuz şeylerdi. Bu boyutlardan gelme silah ve zırhlar, yabancı enerjilerle uyumlu olacak şekilde dövülmüştü. Bu yüzden, yaratıklarla girilen çatışmalarda bizim dünyamızdan gelen teçhizatlardan daha etkin bir biçimde kullanılabilirler.

Yine de kullanması biraz zor olabilir. Bulduğunuz herhangi bir silah ya da kalkanı kullanamazsınız. Uyumlu olduğu enerjiye göre ayarlanmalı ve edindiğiniz yeteneklerle uyumlu olmalıdır. Sizi koruması gereken bir kalkan, yanlış elementleri destekliyorsa size zarar verebilir.

Ancak en etkin şekilde kullanabileceğiniz itemlerin elde edilmesinin yüksek zorluğu sayesinde, her üç ila altı ayda yalnızca birkaç tanesini satmayı başarabilirseniz geçiminizi yeterli düzeyde sağlayabilirsiniz.

Şey, açıkçası daha az para kazanmayı ve daha güvenli bir işi tercih ederdim. Ama şöyle ya da böyle, başka bir şansınız olmadığını anlayınca size bırakılan her seçenekten fayda sağlamanız gerekir. Hayatımın her gününü şikâyet ederek geçirmek istiyor değilim. Yüzümü gülümsetmeye yetecek kadar sebep vardı. Yine de arada bir bu hisler bastırılıyor ve sıkıntı beni serbest bırakana kadar söylenme dürtüsü hissediyorum.

"Hadi gidelim. Görünüşe bakılırsa bizi bekleyen dolu dolu keyfini çatacağımız, güneşli bir gün var." Yağmurun altında yürürken gülümsedim. Elbette bizi bekleyen bir gün ışığı yoktu. Ne de olsa burası Londra'ydı ve dünyada işler değiştikçe hava dert olmamaya başlamıştı.

Charles, binanın önünde arabada bizi bekliyordu. Fiziği benimkine benziyordu. İkimiz de kahverengi saçlara sahip olduğumuz ve saç şeklimizi basit tuttuğumuzdan, bazen kardeş olup olmadığımız sorgulanırdı. Ama benim gözlerimde koyu yeşil bir gölge varken, onunkiler grimsi bir maviydi ve bize yakından bakan herkes, yüzlerimizin farklı olduğunu kolayca söyleyebilirdi.

Peki Charles hakkında konuşacağımız ne var? Berbat şakalar yapmayı seven türde biri. Ciddiyim, şakaları gerçekten berbattı ve başınızı mı sallasanız yoksa şakacıya mı gülseniz asla emin olamıyordunuz. Yine de bulabildiği tüm aptal sözlerle aklımıza ciddi meseleleri getirmeyi her zaman beceriyor. Onun zırvaları olmasa kafam yıllar önce patlamış olurdu.

Parmaklarıyla, radyodan kulaklarımıza ulaşan şarkının sözlerine uygun olarak direksiyonda ritim tutuyordu. 'Five Finger Death Punch'tan, 'Wrong side of heaven'ın gizli bir ilahiymişçesine bize eşliği sırasında arabaya binip yola koyulduğumuzda ona güldüm.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR