Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 38: Plana Göre

Duncan, uyan! Güneş henüz doğmamıştı ki bir ses rüyasız bir uykuyu daha böldü.

Doğruldum, etrafımdakileri algılamaya çalışıyordum. Neden beni bu kadar erken uyandırdın?

Kan kristalinin yerini değiştiriyorlar, Duncan. Hemen harekete geçmeliyiz. Kalk ve üstünü değiştir, tek bir saniye bile kaybetmemeliyiz! Tarask'ın sesi, ne pahasına olursa olsun başarması gereken bir şeye çok yaklaşmış bir adam gibi telaşlı geliyordu. Sesi bile sanki benden kaynaklanıyormuş gibi içime akan duygulardan titriyordu.

Güçlü bir dürtüyle duraksamadan kalktım, üzerimi değiştirdim ve meçimi yanıma alarak otel odasından aceleyle çıktım. Binayı terk edene kadar koştuğumu fark etmemiştim bile. Etrafımdaki her şey bulanıklaşıyor gibiydi, odak noktam sadece ulaşmam gereken tek hedefe sabitlenmişti.

O haklıydı. Tarask'ın bana söylediği gibi, kan kristali kasıtlı olarak gizlenmeden, onu hissettim. Tek bir duyuya bağlayamadığım garip ve sıcak bir his. Eğer biri bana işitmenin daha sıcak algılanabileceğini söyleseydi, onu hemen bir psikiyatriste gönderirdim. Derim karıncalandı, bu bilinmeyen his tüylerimi diken diken etti. Tüm vücudum bana, kendimi bu hislerin kaynağına odaklamam gerektiğini dikte ediyor gibiydi.

Otobüse atladım ve hissettiğim kaynağa olabildiğince yaklaştım. Tahmin ettiğimiz gibi, yetkililer kan kristalini yeni bir yere taşımaya karar vermişti. Nerede saklandığı ya da nereye gittiği hakkında hiçbir şey bilmiyorduk fakat her iki bilgiye de ihtiyacımız yoktu. Nesneyi binanın dışına taşıyıp, titreşimlerini gizlemeleri sayesinde Tarask'ın duyuları onu hemen fark etti.

Onlar tekrar saklamayı başarmadan önce ona ulaşmalıyız. Daha hızlı gidemez miyiz, Duncan? Tarask'ın duyguları karmakarışıktı. Özellikle de bu gerçeği benden saklama zahmetine katlanmadığı için. Tüm konsantrasyonunun nakliye kamyonundan kaçan küçük sinyallere odaklanması gerekiyordu, böylece izini kaybetmeyecektik. İzi kaybetme ihtimalinden her şeyden çok korkuyordu. Onu elde etme sürecinde ölmekten bile daha fazla.

Elbette, bana onun için en önemli şeyin bu olduğunu söylemişti. Ancak ben, bu nitelemeye gereken önemi vermemiştim. Uğruna ölmeye değer bir şey. Hükümet yetkilileri gecenin bir yarısı sokaklarda mümkün olduğunca az insan varken ne taşıyorlardı?

Bir taksi çağırdım, arabaya bindim ve şoföre ekspres yoldan gitmesini söyledim. Londra'nın binalarını geceleri yaydıkları ışıklarla birlikte geride bırakarak bir süre daha yol almamız gerekiyordu. Hedefimize yaklaştığımızı hissettikçe daha da tedirgin oluyordum. Bunu başarabilecek miydik? Bu süreçte insanlar zarar görecek miydi?

Elbette, caddede daha az sürücü vardı. Yine de malları başka bir hırsızlık girişiminden korumak için kamyonda yer değiştirmeye eşlik eden insanlar olmalıydı.

Tarask'ın emri üzerine camı indirdim. Meçimi kaldırıp, önümüzdeki kamyonun tekerleklerine nişan aldığımda kalp atışlarım hızlandı. Lütfen kazada ölme. Zihnimde senin ölümünü istemiyorum.

"Orada ne yapıyorsun? Dışarısı çok soğuk." Taksi şoförünün kafası karışmıştı, onu kim suçlayabilirdi ki? Ama ona bir cevap vermeye niyetim yoktu.

Meçten çıkan yıldırım kamyonun tekerleklerine çarparak onları tutuşturdu. Sürücü, birkaç saniye sonra aracın kontrolünü kaybetti ve kamyon caddeden ayrılıp tarlaya daldı. Bazı ağaçlara çarparak onları kökünden söktü ve sonunda ağaçların arasında durdu. Olay yerinden yükselen siyah duman yıldızlı geceye karıştı.

"Orada neler oluyor?" Adam bunun sorumlusunun ben olduğumu anlamamıştı.

"İndir beni burada. Hemen. Yoksa bu gece son gecen olur." Risk alamazdım, bu yüzden oyuncak silahı göstererek adamı otoyolun kenarında beklemeye zorladım. Araba durduğunda, zavallı adamı bir yıldırım darbesiyle daha bayılttım. Bunun için kendimi kötü hissettim ama birkaç saat sonra ciddi bir yara almadan uyanacaktı. Bu durumda seçebileceğim en iyi hareket tarzı buydu.

Taksiden çıkıp kamyona doğru yöneldiğimde adrenalin beni çoktan etkisi altına almıştı. Duman miktarı yüzünden araçtan şu ana kadar kimsenin çıkıp çıkmadığından emin değildim. Dikkatli bir şekilde olay yerine doğru yürürken, üç beyaz yıldırım bana doğru fırladı. Saldırıdan kaçmak için geri sıçradım ve bakışlarımla etrafı tarayarak saldırganı bulmaya çalıştım.

Kiminle karşı karşıya olduğumu anlamak için çok aramama gerek kalmadı.

"Seni piç!!" Ferris Flinch kamyonun önünde duruşunu alırken bir kadının sinirli sesi bana ulaştı. "Bu kamyona binmek için önce cesedimi çiğnemen gerek."

Bir kaşımı kaldırdım. Elbette yüzük sayesinde beni tanıyamazdı. Yine de onun burada olması, nakliye için seçilen korumalar hakkında içimde kötü bir his uyandırmıştı.

"Kim olduğunu ya da bu yükü neden istediğini bilmiyorum. Ama şimdi aşağı iner ve teslim olursan, seni temin ederim ki hayatın bağışlanacaktır." Arkasında beliren adam Andrew Morris'ten başkası değildi. Tüm Londra'daki en iyi özel yarık gezgini birliklerinden birinin lideriydi. Sarı saçları arka plandaki kamyonun ateşiyle parlıyordu. Kahverengi gözleri bana odaklanmış, teslim olmamı bekliyordu.

Bunun yerine, meçin kabzasına tutunarak taviz vermedim.

"Demek pes etmeye niyetin yok? Pekâlâ." Uzun kılıcını sırtından çıkardı ve benimle savaşmaya hazırlandı. "Ferry, bahse girerim onu üç vuruşta yere serebilirim. Ne dersin?" Adamın rekabeti sevdiği için bahislere girmeye meyilli olduğuna dair söylentiler duymuştum. Yine de şu anda o kadar gerçeküstü görünüyordu ki algılayamadım.

"Umurumda değil. Sadece öldür onu, böylece bu işi bitirebiliriz. Katılmam gereken önemli bir toplantı vardı ve bu saçmalık yüzünden onu kaçırıyorum." Ferris asasını kaldırdı ve elektrikle daha da doldurdu. Harika. Şimdiye kadar iki yüksek rütbeli yarık gezgini, her biri tek başıma zar zor mücadele edebileceğim düşmanlar. Ve yalnız değillerdi.

Dumanın ardında, beni buraya getiren hedefle aramda durmak üzere üç figür daha belirdi.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR