Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 6: Ölüm Hepsini Kucaklıyor

Alev, kertenkelenin gözlerine çarptı. Normalde bu, bir yaratığa zarar vermeye ya da dikkatini dağıtmaya yeterdi. Kertenkele, rahatsız edici bir böceği fırlatması gerekiyormuş gibi, durmaksızın yalnızca kafasını salladı.

Pençesi, tüm gücüyle Greg'in kalkanına çarptı. Çatırdama sesi bizi iliklerimize kadar sarstı. Daha önce Greg'e yapılan pek çok saldırıya ve onun savunmasına tanık olmuştuk. Çok nadiren, kalkanda ezikler hatta küçük çatlaklar meydana gelmişti fakat kalkandan hiç böyle bir ses çıkmamıştı. Parçalar, pençenin katıksız gücü ve şiddetine teslim olarak uçarak ayrıldı.

Greg'in hızlı hamlesi canını kurtarmıştı. Pençe kıyafetlerini parçalayarak göğsünde derin yaralar açmıştı. Büyüm Greg'i sararak tenindeki derin kesikleri hafifletti.

Charles, canavarın saldırısını karşı saldırı için bir fırsat olarak kullanmaya çalıştı. Kılıcı, canavarın iki pulu arasında kaymayı başardığında bir rahatlama hissettik.

Ta ki, kılıç pulların arasına sıkışıp bir milim bile kımıldamayana kadar. Kertenkele, Charles'ın kılıcın kabzasını kavrayışını gevşetmesine yetecek kadar bir güçle kafasını salladı.

"Charles, geri dön!" Ona bağırdım ama zamanında kalkamadı.

Pam, yaratığın pulları arasında sönüveren başka bir alev topuyla yaratığın dikkatini çekmeye çalıştı. Devasa çene, Charles'a doğru atıldı. Çığlığı hem zihnimizde hem de bedenlerimizde yankılandı.

Gerçekte yalnızca bir saniye sürmüştü lakin bundan daha yavaş yok olan bir ses yok gibiydi. Hepimiz sarsılmıştık fakat harekete geçmek zorundaydık. Kendimizi savunmak zorundaydık!

"Pam, Greg, buraya gelin!" Sözlerim kulak ardı edildi.

Pam toplayabildiği tüm güçle başka bir devasa alev topu yapmaya çalışıyordu. Onu pençesine alan öfke miydi? Yoksa korku mu?

Greg, diğer pençe Pam'e çarpacağı sırada kendini onun önüne atarak tepki verdi. Alacağı yaraları iyileştirmeyi umarak asamı kavradım. Pençe, durdurulamaz şekilde tenini ve kemiğini parçalayarak birden arkadaşımın kafasını uçurdu.

Yaraları iyileştirebilirim – ama sadece yaralanan kişi hayatta olduğu sürece. Tüm dünyada, ölü bir adamı diriltebilecek tek bir şifacı yoktur.

Korku beni avucuna almıştı. Bir kere daha Pam'a bağırmak, kaçmasını, yaratıktan mümkün olduğunca uzaklaşmasını söylemek istedim.

Bir parçam onun devasa alev topunun bir fark yaratacağını umuyordu. Büyük alev kütlesinin kertenkeleye doğru uçuşunu izlemekten kendimi alamadım. Yaratık, duman yükseldikçe kendini daha güçlü bir şekilde salladı. Yine de derisinde tek bir yanık izi bile oluşmamıştı.

Kertenkelenin çenesi öne doğru fırlayarak Pam'i yukarı kaldırdı ve bütün olarak içine çekti. Yaratık Pam'i yuttuğunda kızın çığlıkları kesilmişti. Yaşananların farkına vardım.

Son arkadaşım, gözlerimin önünde can vermişti. Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki olanları zar zor kavrayabildim. Dönüp kaçmak için başka şansım da yoktu. Diğerlerini bıraksaydım belki kaçabilirdim. Ama benim için onların canını alarak kendi canımı kurtarmak, asla bir seçenek olmamıştı.

Dua ettim. Uzun süren bir sessizliğin ardından ilk defa biri beni kurtarsın diye bağırdım. Cevap almayı beklediğimden değil. Neden her şeye gücü yeten ve kendi çocukları umurunda olmayan bir varlık, bana şimdi cevap versindi ki? Tabii ki, bir mucize meydana gelmedi.

Böylece tanrıya sövmeye, o anda içimde biriken tüm düşünceleri kusmaya başladım. Ölüm size ulaşır ulaşmaz, düşüncelerinizin bu kadar hızlı işlemeye başlaması garipti.

Kendi kendime düşündüm, belki de insanların hayatlarının gözlerinin önünden geçtiğini söylemelerinin sebebi buydu. Kaçırdıkları her bir fırsat için pişmanlık duyacak kadar hızlı düşünüyorlardı. Ya da geride bırakacakları tüm insanları.

En azından, benim durumumda, önemli tüm insanlar benden önce ölmüştü. Ölen tek kişi olmayı ne kadar istesem de bu, artık mümkün değildi.

Bu yüzden, kulaklarıma ulaşan sesi duyduğumda, tek açıklama arkadaşlarımdan sonra akıl sağlığımın bozulmuş olduğuydu. Başka ne olabilirdi? Üzerimde yabancı bakışlar hissetmek garibime gidiyordu.

İlk başta bunun, avının son kısmının keyfini çatmak isteyen canavarın bakışları olduğunu düşündüm fakat çok geçmeden durumun böyle olmadığını anladım. İzleniyor olmanın verdiği garip his, huzurumu kaçıran ilk şeydi. Yaratık yaklaşırken, ellerimdeki gücün çekildiğini ve asanın ayaklarımın dibine düştüğünü fark ettim.

Her halükârda asayı almanın artık bir faydası yoktu. Ölümümün eli kulağında olduğunu hissettim. Onlardan hiçbirini kurtaramadığıma pişmandım, yaratık ortaya çıktığında hiçbirinin kaçmasını sağlayamadığım için pişmandım. Eğer kaçabilseydik, belki de en azından birkaçımız hayatta kalabilirdik.

Sanki cenneti görecekmişim gibi başımı geriye attım. Cennet etrafımızda bir yerde olduğundan değil tabii. Gördüğüm tek şey, mağaranın taştan tavanıydı. Başka bir tehlike olabilecek karanlık, pürüzlü bir yüzey.

"Gösteriden zevk aldın mı, tanrım?" İçimdeki ızdırabı dindirmek için gökyüzüne doğru bağırdım. Tüm bedenim titredi, yumruklarım daha şiddetli sarsılırken göz yaşlarım birikti. Katbekat fazla bağırmak istedim ama dudaklarımın arasından tek bir ses bile çıkmadı. Tek yapabildiğim, içimden ona daha fazla sövmekti.

Tanrım, merak ediyorum da beni duyuyor musun? Yarattıklarından hangisinin bütün bu çılgınlığın karşısında galip geleceğini merak ederek, mücadelelerini izlemek hoşuna gidiyor mu? Greg'in kalkanının un ufak olması seni gülümsetti mi? Pam'in Alev toplarının sönmesi seni güldürdü mü? Peki ya Charles'ın kılıcının düşmana saplanıp işe yaramaz hâle gelmesi seni heyecanlandırdı mı? Canavarlar, kafalarını kopardıklarında beklentiyle nefesini tuttun mu?

Bakışlarını üzerimde hissettiğime yemin edebilirim. Tıpkı benden öncekiler gibi hayatımın yitip gitmesini bekliyorum.

Yerdeki asamı bir kez daha kavrayabilseydim bile artık çok geçti. Bir şifacı olarak canavarlara karşı savaşmakta pek iyi iş çıkaramadım. Bildiğim yegâne hasar büyüleri, Pam'in Alev toplarından daha zayıftı ve onlar bile bu canavarın derisini yakmaya yetmemişti. Keşke onlardan en azından birini iyileştirebilseydim. Beraber kaçmaya çalışsak, bir şansımız olabilirdi.

Arkadaşlarını mı kurtarmak istiyorsun?

Ciddi bir ses, düşüncelerimin arasında yankılanarak beni ürküttü. Bilincimin o kadar derinine ulaşmıştı ki onu görmezden gelmek imkânsız gibiydi. Aklım almıyordu.

O kadar yıldır cevapsız kalan tüm dualardan sonra sonunda katlanmak zorunda kaldığımız tüm o çileler sırasında mı bana cevap vermeye karar verdin? Başka bir durumda, zihnimde yankılanan yabancı bir sese anlam veremezdim. Ama az önce yaratıcıya sövdüğümden, nedense bu durum bana mantıklı gelmişti.

Tam ölecekken, sonunda senin o lanet olası sesini mi duyuyorum? Tanrım, benimle dalga mı geçiyorsun? Hayatımın son bölümlerinden böyle mi zevk alıyorsun?

Ben tanrı değilim.

Bunları hayal ediyor olmalıydım, değil mi? Ya da aniden şeytanla mı konuşmaya başlamıştım? Yaratığın pençesi, acı verici şekilde göğsüme saplanarak beni yere yapıştırdı. Şu anda bunun bir önemi var mıydı ki? Delirdiysem kimin umurundaydı? Hayatım, birkaç saniye içinde son bulacaktı. Beni bekleyen şey, kafamdaki her düşünceyi korku içinde ele geçiren delilikten başka bir şey değildi.

Bir kez daha soracağım. Arkadaşlarını kurtarmak istiyor musun?

Tabii ki. Arkadaşlarımı kurtarmak istiyorum! Bu lanet olasıca soru da neydi böyle? Buna hangi aklı başında insan hayır derdi ki? Keşke onları kurtarmanın bir yolu olsaydı, bunu hemen yapardım. Ama yoktu. Ölüm, geri alınamazdı. Bu, insanlığa işkence etmek için yeni bir yöntem miydi? Bize yalan umutlar bahşedip, paramparça etmek? Cidden de şeytanın dili.

Ben de şeytan değilim. Ama bana ne dediğin umurumda değil. Tek ihtiyacım olan şey rızandı, zavallı şey. Küçük, önemsiz dileğini yerine getireceğim.

Ne? Dileğim yerine mi getirilecek? Bunun mümkünatı yoktu. Ama bunu enine boyuna düşünecek zamanım olmadı. Keskin bir acı, bedenime hücum etti. Sıcaklık beni ele geçirdiğinde nefesim kesildi. Neler olduğunu kavrayamıyordum. Bu hissettiğim şey, daha önce deneyimlediğim hiçbir şeye benzemiyordu. Bana ne oluyordu? Bu, ölen bir adamın halüsinasyonundan fazlası mıydı? Aslında, düşünce ve dualarımı cevaplayan bir şeyin olmasının imkânı yoktu, değil mi? Başka bir umut kırıntısı daha beslemek aptallık mıydı? Tüm kalbimle bu yabancı fenomenin gerçek olmasını, arkadaşlarımın kurtarılacağına dair verdiği sözün gerçekleşmesini diledim.

Lütfen, tanrı mısın şeytan mısın ya da ikisinin karışımı mısın, umurumda değil – kurtar onları! Hiçbiri ölmeyi hak etmiyordu ve ben onları kurtaramadım. O yüzden, lütfen, kurtar onları.

Keşke o anda, yabancı bir ruhun bir parçasının benimkine karıştığını bilseydim. Artık ne düşüncelerim ne de geleceğim yalnızca bana ait değildi.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR