Yarık Gezgini Antlaşması

Çevirmen: Myriel
Editör: YcD44
Bölüm 8: Geri Dönüş Yok

Ayağa kalk, zavallı şey. Dinlenecek vakit yok.

Ses tekrar bana seslenerek, dikkatimi talep etti. İç geçirdim ama şikâyet etmedim. Burayı ne kadar erken çözebilirsem, arkadaşlarımı da yarıktan o kadar erken çıkarabilirdim. Peki şimdi ne olacaktı? Yarık bağlayıcısını nerede bulabilirdim?

Bunun için endişelenmek için çok erken. Böyle devam edemeyecek kadar güçsüzsün. Ayağa kalk ve kertenkeleye yaklaş.

Neden kertenkeleye gideyim? Kertenkele ölüydü, leşinden elde edebileceğim herhangi bir şey yoktu. Neden vaktimi bir cesedi kontrol etmeye harcamalıydım? Elbette bunların ardından kendimi bitik hissediyordum ve sormak istediğim birçok soru vardı.

Yanıtlara yalnızca harekete geçersen ulaşabilirsin. Kendimi tekrar etmeyeceğim. Arkadaşlarının nefes almaya devam etmesini istiyorsan, kıçını kaldırıp kertenkeleden kalanların yanına git!

Sesle tartışmak istedim fakat cüret edemedim. Arkadaşlarımın canları tehlikedeyken olmazdı. Şu ana kadar, yabancı ses bana yalan söylememişti, bu yüzden şimdi de dürüst olmasını bekliyordum. Tamam, cesede yaklaşırım ama devamında birkaç cevap almayı beklerim.

Öyle olsun. İstediğin cevapları alacaksın.

Belki de daha fazla temkinli olmalıydım ama bu yabancının, beni ve arkadaşlarımı kurtarmasının ardından, ondan herhangi bir zarar gelmesini beklemiyordum. Neden şahsen öldürmek için bizi kurtarmış olsundu ki? Hayır, bu anlamsız olurdu. Ayaklarım, kertenkelenin leşine doğru ilerledi. İlk başta, bakışlarımın neden yaratığın vücudundan akan koyu kırmızı sıvıya odaklandığını anlamadım. Garip belki ama kertenkelenin hemen yanında ummadık bir koku vardı. Neden taze patlamış mısır ve karamel kokusu alıyordum? Leşe doğru uzanarak, kokunun kaynağını saptamaya çalıştım. Kaynağını bulduğumda, ses tekrar bana seslendi.

Tazeyken kanını iç. Birkaç yudum yeterli olacaktır.

Dur, ne? Sarsılarak cesetten geri çekildim ve bu sırada başımı salladım. Bu kadar iştah açıcı kokan şey, kertenkelenin kanı mıydı?! Hayır. Sesin bana böylesine iğrenç bir şeyi önermesinin sebebi her ne olursa olsun, başka bir yaratığın kanına dokunmazdım. Beni hangisinin daha çok iğrendirdiğini söyleyemezdim. Başkasının kanını içme fikri mi yoksa kanın lezzetli bir film atıştırmalığı gibi kokuyor olması mı.

Kanını iç, zavallı şey. Bu kısıtlama neden? Senin türün de et yemiyor mu? Seni güçlendirecek, hayvanın başka bir parçası sadece.

Hayır! Bu kesinlikle aynı şey değildi. Birinin kanının böyle kokmasının imkânı yoktu. O zaman neden böyle kokuyordu? Bana ne oluyordu? Bu, yönlendirdiğim garip güçlerin bir yan etkisi miydi?

Şu anda bunun ne önemi var? Her şey olduğu gibidir. Yalnızca kaçınılmaz olana direnmeye çalışırken acı çekeceksin. Sadece bir kez daha söyleyeceğim. İç şunun kanını!

Kertenkelenin leşinden bir adım daha geri çekildim. Ne kadar yapmamı söylese de bir önemi yoktu, onu asla içmezdim. Daha da öteye gitmek istediğimde, bedenimin hareketi kısıtlandı. Neler oluyordu? Aniden, dudağım sanki taşa dönmüşçesine uyuşmuş ve ağırlaşmıştı.

Dinlememeyi seçtin, zavallı şey. Önerilerime uymazsan seni kendim hareket ettiririm.

Ayaklarımın, durdurmanın hiçbir yolu olmaksızın yaratığın cesedine doğru gidişini izledim. Neler oluyordu? Neden vücudum kendi kendine hareket ediyordu? Bu şey beni nasıl kontrol edebiliyordu? Karşı koymaya, vücudumun kontrolünü geri kazanmaya çalıştım fakat savaş şimdiye kadar beni çok güçsüzleştirmişti, yerçekimine karşı koymak kadar beyhudeydi. Gücümün her zerresini toplayarak yapabildiğim tek şey, hareket eden kaslarımı titretmek oldu. Yine de ellerim, kırmızı su birikintisine daldığında vücudumu durduramadım.

Başım öne atılarak, dudaklarımı yaşam özüyle buluşturdu. Dudaklarımı araladığımda, sıcaklığını hissettim. Taze patlamış mısırın tadıyla birlikte damağımda eriyen karamel. Gözlerimi kapatsaydım, belki bunun kertenkelenin kanı olmadığına kendimi inandırabilirdim. Ne yazık ki gözlerimi kapatacak iradem bile yoktu. Bu benim kaderim miydi? Yalnızca benim duyabildiğim bir sesin kuklası olmak? Neden beni, onun kanını içmeye zorlamıştı? Cevap verme zahmetine girmedi.

Kan, boğazımdan aşağı aktı ve bitkinliğin vücudumdan ve zihnimden silindiğini hissettim. Birkaç yudumun daha ardından ellerim hareket etmeyi bıraktı. Tekrar parmaklarımı hareket ettirmeyi denediğimde, kavrayışının gittiğini hissettim. İçtiğim kanı kusabilmeyi diledim fakat bunu yapmama izin vermeyeceğinden emindim. Ellerimi kertenkelenin pullarına sürterek, ellerimdeki kanı temizlemeye çalıştım.

Kes şunu, zavallı şey. Yalnızca kendine zarar verirsin.

Katır kutur pullar ellerimi tırmalayarak, asanın açtığı yaraları tekrar deşti. Haklıydı, bir faydası yoktu fakat en azından kendimi kan lekelerinden kurtarmayı başarmıştım. Ya şimdi ne olacaktı? Neyi hedefliyordu?

Hiçbir şeyi bilmene gerek yok, zavallı şey. Anlaman gereken tek şey var. Şu andan itibaren, sen ve tüm varlığın yalnızca benimdir.

Ne? Kafayı mı yemişti? Bunu kabul edeceğimi kim, nasıl düşünebilirdi?

Artık rızana ihtiyacım yok. Rızanı çoktan kendini ve arkadaşlarını kurtarmak için her şeyi yapmaya hazır olduğun sırada verdin. Antlaşma için bir bedel belirtmedin, ben de ihtiyacım olanı aldım. Bu kadar basit.

"Ne? Benimle kafa mı buluyorsun? Bir insanın varlığını talep etmek nasıl mümkün olabilir? Zaten neden bana ihtiyacın var ki? Kimsin sen?" Önceden düşündüğüm her şeye cevap verdiğinden, muhtemelen düşüncelerimi dile getirmeme gerek yoktu. Ama taleplerinden o kadar rahatsız olmuştum ki, düşüncelerimi yüzüne karşı haykırma ihtiyacı hissettim – ya da en azından içinde bulunduğum mağaraya karşı.

Neden mi ihtiyacım var? benim için faydalı olacaksın ve ben de senden faydalanacağım. İstersen şikâyet et fakat daha fazla tahammül etmem.

"Senin oyununa neden katılayım? Kuklan olmam için bana bir sebep ver!"

Onun yerine üç tane vereyim. Seni de katarsak, dört, zavallı şey.

"Beni, onlarla mı tehdit ediyorsun? Sana ve emirlerine itaat etmezsem onları öldüreceğini mi söylüyorsun?" Ciddi miydi? Onları yalnızca beni boyun eğdirmek için mi kurtarmıştı?

Bu kolay olurdu ama hayır. Küçük arkadaşların umurumda değil, onlara zarar vermek için de hiçbir sebebim yok. Ama eğer benim yardımım olmasaydı, sen ve diğerleri çoktan ölmüş olurdu, değil mi? Yani basit, zavallı şey. Aklını kullan. Gelecek sefer onları kim kurtaracak?

"Yani sadece dediklerini yaparsam mı onları korumama yardım edeceksin? Demek istediğin bu mu?" İkisinin ne farkı vardı ki?

Hâlâ yanılıyorsun. Açık olalım. Seni, tıpkı az önce yaptığım gibi emirlerimi yerine getirmeye zorlayabilirim fakat tüm gücümü buna harcamak cidden can sıkıcı olur. O yüzden sana, ikimiz açısından da daha iyi olacak bir teklif sunacağım. Bana itaat edeceksin ve ben de bir iyi niyet göstergesi olarak, atlatamayacakları başka bir tehlikeyle karşı karşıya kalırlarsa, onları kurtarmana izin vereceğim.

Yani, işleri kendisi için kolaylaştırmak adına bana yalnızca bu kadarını mı teklif ediyordu? Söyledikleri doğru muydu? Ona güvenebilir miydim? Asla! Beni çekinmeden kontrol edip, bana kendisi hakkında bir şeyler söylemeyi reddeden birine kesinlikle güvenemezdim. Ama bu konuda başka bir seçeneğim var mıydı? Eğer karşı koyarsam arkadaşlarıma ne olacaktı? Hayatta kalma şansları var mıydı? Onun yardımı olmasaydı çoktan ölmüş olurduk. Yine de beni yok etmeye hazır, başka bir felakete engel olacak, baskıcı duygudan kurtulamadım.

Yorumlar
/ sayfa kayıt
© 2024 Felis Novel. Tüm Hakları Saklıdır.
BAĞLANTILAR